Köroğlu bir sokaktan geçip giderken, kulağına uzaktan bir ses çalar. "Hayırdır inşallah" der. Ve dikkat kesilir, sesin geldiği yöne doğru yönelir.
Sokakta in cin top oynamakta etrafta kimse görünmemektedir.
Az ileride cumbalı bir evin kapısı önünde, ihtiyar bir kadın güneşe karşı oturmuş, kendi kendine söyleniyor;
“Yahu Köroğlu! Gözün kör olsun.” “Yahu Köroğlu! Gözün kör olsun.”
Köroğlu hayretler içinde kalır. Kadıncağıza yaklaşır ve sorar:
“Teyze Köroğlu sana ne kötülük etti?” Kadıncağız:
“Hiçbir şey etmedi, ben Köroğlu’nu tanımam etmem” der.
Şaşkınlığı iyice artan Köroğlu;
“O halde neden beddua edersin?”
“A guzum, ne bileyim el deeer, ben de derim?!..”
GELELİM NÜKTENİN NOKTASINAAA...
Geçen günlerde YENİ ASYA ve camiasına saldırmak moda oldu. Özellikle sosyal medya gıybetin, iftiranın ve fitnenin kol gezdiği bir lağım çukuruna döndü. Manşetler şöyle; Kâzım Ağa böyle yazıyor, İbrahim Ağa bunu çiziyor...
Birilerinin bam teline dokunuyor, embel yemiş gibi sıçrıyorlar.
Mevlânâ Hazretleri ne güzel söylemiş;
“Kalb bir denizdir, dil onun kıyısıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.”
Aynen onun gibi çoğu balta sapı olan bu tufeyliler içlerindeki ufuneti dışa vuruyorlar...
Önceki yıl Mekke’de dersanede ders sonrası çay sohbetindeyiz. Saff-ı evvel diyebileciğim birisi hiç yoktan;
“Bu YENİ ASYA eski YENİ ASYA değil. Adamlar Diyanet Risale bastı diye SÖZLER’in üstüne zincir vurmuşlar.” demesin mi. Çarpıtmanın, iftiranın bu kadarına pes doğrusu.” "Siz en son ne zaman YENİ ASYA’yı elinize aldınız?“
“Hiç almadım.”
"O zaman nasıl bu iftirayı atarsınız!"
Cevap aynen dul kadının dediği gibi;
“A guzum ne bileyim, el deeer ben de derim?!..”