“İhtiyaca göre tespit ettiğimiz yardımları ayarladık. Atilla abinin daha önceden tespit ettiği çadır bölgelerine gittik. “Buralar yardımların pek ulaşmadığı adeta unutulmuş bölgeler” dedi. Çadırlara ve çadır aralarından oynayan çocuklara yardımları dağıttık. Yaşlılar, hastalar ve engelliler. İşte hayatın gerçekleri. Hayatın televizyonlarda, medyada ve vitrinlerde görünmeyen yüzü.”
İl İl Deprem Bölgesi Notları - 2
HASAN GÜNEŞ
[email protected]
Urfa
Planımızda Urfa vardı. Urfa’ya doğru yola çıktık. Urfa’nın genelde iyi olduğunu biliyorduk. Yine de hal hatır sorup “geçmiş olsun” diyecektik. Araçlara Urfa’dan da biraz erzak dolduralım diye düşündük. Tahmin edilebileceği gibi Adıyaman, Kahramanmaraş ve Hatay’da açık market bulabilmek çok zor. Marketler ya enkaz halinde ya da yağmalanmış. Bazı marketlerin hemen sabahın ilk ışıklarıyla vatandaşın hizmetine açıldığını, yiyecek ve içeceklerin bedava dağıtıldığını duyduk. Camları kırılanlar için fazla da sahiplerine haksızlık etmemek gerektiğini düşündük. Belki de kendisi ve çalışanları enkaz altındaydı, bilemiyoruz. Çünkü bölgenin halkı gerçekten hayırsever ve yardımsever.
Urfa’da Bediüzzaman Vakfı’na geldik. Bina sağlamdı. Vakıf temsilcileri “Şehirde kısmen hasar var. Şükür iyiyiz. Diğer vilayetler gibi değiliz.” Resmi kayıtlara göre 200 civarında can kaybı vardı.
Urfalılar fedakâr ve yardımsever insanlar. Hz. İbrahim’den (as) bu yana misafirperverliğinin en güzelini yapmaya devam ediyorlar. Deprem günü depremzede Adıyamanlıları yollarda karşılayıp en iyi şekilde ağırlamışlar. Depremzedelerini takdirlerini ve dualarını almışlar. Evlerde binlerce depremzedeyi misafir ediyorlardı.
Gece Urfa’da kalıp yorgunluğu attıktan sonra araçları siparişe göre malzeme ve erzak ile doldurarak yola çıktık. Ver elini Kahramanmaraş.
Kahramanmaraş
Maraş Selçukluların dağılmasından sonra en uzun süren bir beyliğin merkezi. Beylik uzun ömrünü yöneticileriyle ve halkıyla hak ve adalete, ilim ve irfana ve beylikler arasındaki sulh ve kardeşliğe dikkat etmesine borçlu olduğu nakledilir. Daha sonra da aynı mefkureleri paylaştığı Osmanlı ile ittihad etmesiyle mümtaz yerini muhafaza etmiş ve İslam’a güç vermeye devam etmiştir.
Maraş yanık türküleriyle meşhur. Maraş’a yaklaştıkça bütün bu türküler sanki bugün için söylenmiş gibi yürek burkuyordu. Şehir dondurmasıyla, tekstil ve ev eşyaları imalatı ile meşhur bir sanayi şehri. Bu sebeple depremin ekonomiye etkisi bu açıdan da büyük maalesef. Mutfaklarımızdaki çelik tencerelerin büyük kısmı buradaki fabrikalarda imal edilmektedir. Kaderin garip bir cilvesi memlekete ve hatta yurtdışına yüzbinlerce tencere imal eden yüzbinlerce insan şimdi birer tas çorbaya muhtaç.
Atilla abiyle buluştuk. Çoluk-çocuğu Kayseri’ye yerleştirmiş. Hafta içi buraya geliyor. Kendisine mütevazı ancak güzel bir mekân hazırlamış. Başka şehirlerdeki imkanlara rağmen “Biz burayı asla terk etmeyeceğiz, inşallah” diyor.
Bizlere ikram ettiği çay ile biraz soluklanıp dinlendik. Şehir halkının deprem sonrası düştüğü perişan halden, çadır kurulumundan tut da çeşitli şekillerde yaptığı yardımlardan bahsetti. Atilla abi sert mizaçlı gibi görünmesine rağmen içindeki şair ve sanatkâr ruhundaki hassasiyeti hep fark ederdim. Halkın dertleriyle ilgilenirken ondaki şefkat gibi hissiyatı fark ederek yanılmadığımızı anladık. Çay ile devam eden sohbet ve muhabbete doyum olmuyordu. Ancak yapılacak çok iş vardı.
İhtiyaca göre çoraptan bisküviye, undan pirince ve çaya kadar ayrı ayrı erzak torbaları ayarladık. Atilla abinin daha önceden tespit ettiği çadır bölgelerine gittik. “Buralar yardımların pek ulaşmadığı adeta unutulmuş bölgeler” dedi. Çadırlara gittik. Çadırlara ve çadır aralarından oynayan çocuklara yardımları dağıttık. Yaşlılar, hastalar ve engelliler. İşte hayatın gerçekleri. Hayatın televizyonlarda, medyada ve vitrinlerde görünmeyen yüzü.
Yardımları dağıtırken Cenab-ı Hak bize ve depremzedelere bugün bu vazifeleri vermiş diye düşündük. Biz nasıl bu yiyecek ve içeceği dağıtıyorsak Alemlerin Rabbi denizlerin derinliklerinde ormanların karanlıklarında sayısız canlıya günlük olarak yiyecek ve içecek dağıtıyordu. Yavrulara dünyaya geldiğinde annesiyle süt gönderiyordu. Hakikatte bizim dağıttıklarımız da Cenab-ı Hakka ait idi. Çünkü şu verdiklerimizden bir pirinç tanesini dahi halk etmeye gücümüz, mahiyetini de anlamaya hikmetimiz yoktu. İstemezse onun toprağında adım atmaya mecalimiz olmazdı. İşte toprak hareketlendiğinde insan “daha dehşetli bir şey var mı?” demek zorunda kalıyor. Zilzal suresinde ifade edildiği gibi yer sarsıldığında insan “ne oluyor buna?” diyecek. Evet, ilk depremlerden bugüne kadar hala soruyoruz, neden, niçin, nasıl ve ne zaman? Hala tam cevabını almakta zorlanıyoruz ve kıyamette de depremlerle ilgili sorular sormaya devam edilecek.
Dershane komşuları
Şehir içindeki çadırları gezerken şehrin tanınmaz hale geldiğini görüyorduk. Bazen iş için bazen de temsilcilerimizle görüşmek için zaman zaman şehre gelmiştik. İş için geldiğimizde otelde kalmıştık. Kaldığımız otel yıkılmıştı. Otelin hemen arkasında pencereden bakıp hep güzelliğiyle ve mimari yapısıyla dikkatimi çeken Mimar ve Mühendis Odaları binası sağlam idi. Zaman zaman kaldığımız dershaneye girdik. Hasarlı idi. Deprem anında iki talebemiz varmış, sağ salim kurtulmuşlar. Atilla abinin haklı ikazlarına rağmen içeri girdik hasar kontrolü yaptık. Daha sonra arkadaşlarımızın sık sık görüştüğü dershane komşularıyla sohbet ettik, dertleştik. Onlar da çadır ve barakalarda kalıyorlardı.
Daha sonra kız talebelerin kaldığı yere gittik. O bölgedeki yedi-sekiz bina neredeyse kum ve çakıl yığını şeklinde tamamen çökmüş. Dershanedeki talebeler Allah’tan tatildelermiş. Kayıp yok. Ancak mahallede kurtulan çok az imiş. Bazı yerlerde olduğu burada da maske takmak zorunda kaldık. Cenab-ı Hak vefat edenlere rahmet, kalanlara da sabır ihsan etsin.
Sabaha kadar 12 kişiyi kurtardım
Geçerken Alparslan kardeşimiz bizi, kurtardığı depremzedelerin evlerinin enkazına götürdü. Deprem anını anlattı. “Hanım ve çocuklarla hızla binadan çıktık” dedi. “Allah’tan arabamız sağlamdı. Süratle anne ve babama gittim. Onlar iyiydi. Çocukları oraya bıraktıktan sonra arkadaşlara gidecektim” diye ilave etti. “Buradan geçerken feryatları duydum. Arabadan indim. Koyu bir karanlık vardı. Sokak lambaları sönmüş ortalık toz duman. Şiddetli bir yağmur. Hava buz gibi. Enkazın arasına girdim” diye devam etti. “Oradaki insanları birer birer çıkarıp dışarı taşıdım. Yine yıkıntılar arasında karanlıkta etrafa bakınırken birisinin kolumdan tutup sonra da ‘beni kurtar’ demesi gerçekten ürperticiydi. Oradan sabaha kadar 12 kişiyi kurtarmıştım” diye anlattı. Sabah saat dokuz olduğunda ayakta duracak halim kalmamıştı” diyerek sözlerini tamamladı.
Dünyanın faniliği manzaraları
Daha sonra Atilla abinin mekanına tekrar döndük. Biraz yüksekçe bir yerdeydi. Çayları yudumlarken aşağıdaki çadırlar ve kısmen ışıklandırılmış harabe halindeki şehir gözümüz önündeydi. Gördüğümüz manzara çayın bütün lezzetini yok ediyordu. Birkaç gündür gördüğümüz ve yaşadığımız her şey dünyanın faniliğini ilan ediyor adeta kafamıza tokmak gibi vuruyordu. Risale-i Nur’daki deprem konusuna da temas eden “Gafil kafaya bir tokmak” bahsinde olduğu gibi ikazlara her zaman kulak vermek gerekiyor. Evet, dünya ebedi kalmak için yaratılmış değildir. Bir misafirhanedir. Şu çadırlarda nice insanlar var ki ne hayallerle satın aldığı dairelere ya yıkıldığı için ya da artçılardan çekindiği için giremiyor. Onun için en büyük mutluluk çoluk çoluğuyla bir tas çorba ve bir kuru ekmek. Ya da iman ehli yakınlarını kaybetti ise o bahiste ifade edildiği binler ahbap ve dostların yanına gitti. “Biz de oraya gideceğiz” inancı da en büyük mutluluk ve teselli. Kuru ekmek dedik ya, orada bir arkadaşımız anlattı: “İkinci gün yarım ekmek bulduk, on beş kişiye birer lokma paylaştırdım, kendim de bir lokma almadım” dedi.
Atilla abi battaniye gibi malzemelerden yer yataklarını hazırlamıştı. Sığmayanlar arabada uyuyacaktı. Fakat bizim gözümüz yoldaydı. Hatay’a gitmemiz gerekiyordu. Sadullah’ın da hastası vardı. İstanbul’a dönmesi gerekiyordu. Gaziantep havaalanına yetiştirecektik. Kalacak olanlara “siz dinlenin biz biraz sonra yola çıkarız” dedik. Bizim çıkmamızdan birkaç saat sonra kuvvetli bir artçı deprem olmuş. Atilla Abi bizi arayıp “depremden korkup kaçtınız, galiba” diyerek latife yaptık.
Şoför değiştirerek gece yolculuğuna devam ettik. Yol boyu gördüğümüz kasaba ve ilçelerde felaketin boyutlarını tarif etmek imkânsız. Antakya’ya yaklaştıkça felaketin boyutları daha da artıyordu.
DEVAM EDECEK