Risale-i Nur mesleğinde meşveret, hizmetlerin başlangıç noktasıdır. Kararlar orada alınır, hizmet sahasında uygulanmaya konulur. Uygulanan hizmetler orada alınan kararların sahadaki resmidir.
Kararlar demokratik biçimde oy çokluğu ile alınır. Her fikre açık biçimde görüşmeler yapılır. Görüşme esnasında herkes fikirlerini söyler. Fikirler çarpışır. Sonunda olgunlaşır ve oylanarak en doğrusu ortaya çıkar.
Bu karar, tek kişinin verdiği emirlerden çok daha güçlüdür. Çünkü arkasında tek kişi değil, aynı hizmeti yapan, aynı kriterlere sahip, aynı kitabı okuyan, aynı hassasiyeti taşıyan bir insan gücü vardır. Şahs-ı manevî vardır. Hizmeti yapan bu güçtür.
Tartışırken farklı ve muhalif düşünceler de sıralanır. Ne kadar farklı duruş varsa gündeme gelebilir. Herkes fikrini açıklar, izah eder. Fakat kimse kimseye hakaret etmez, kırılmaz, gönül koymaz. İster muhalif, ister muvafık olsun, fikirlerini savunanlar arasında tam bir saygı vardır. Herkes hür fikirlidir. Kimse muhalif fikirlerinden dolayı kınanmaz.
Şahs-ı manevî ruhu
Bediüzzaman, “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı maneviye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı”1 diyerek bu meşvereti tarif ediyor.
Keza Bediüzzaman, “Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve ta’dil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki, şûralar o ruhu temsil eder.”
“Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şûrâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahsı mânevî olmak gerektir. Tâ ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taallûk eden noktalardan, sıratı müstakîme sevk edebilsin. Yoksa, ferd dâhî de olsa, cemaatin ferd-i manevîsine karşı sivrisinek kadar kalır. Şu mühim mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye maruz bırakıyor.”2
Burada Bediüzzaman hâkimiyet mefhumunu açıklıyor: “cemaatin ruhundan çıkmış, his ve duygusunu fikirlerine karıştırmayan, elindeki hakikatlere göre oy veren, kem sözlere ve boş laflara karşı kulağını tıkamış, ama inancında, görüşünde, sadakatinde, duruşunda metin bir şahs-ı manevî.” İşte bu ruhu şûrâlar temsil eder.
Her fikir değerlidir
Tek şahıs ne kadar dahi de olsa, bu hizmette hükmü yoktur. Tek şahıs bütün düşüncelerini şahs-ı manevîye mal etmelidir. O da meşveretlerde açılan müzakereler neticesinde olur.
Şahs-ı manevî meşveretlerle kurulur. Meşveretlerle devam eder. Her fikir orada değer görür. Müzakere edilir. Kabul görürse sahaya iner. Kabul görmez ise kadük kalır.
Meşveretlerin iki yılda bir yeniden oluşturulması şahane bir işlemdir. Kan değişiminin hızını gösterir.
Oturmuş meşveretlerde on yıllardır devam edegelen, Risale-i Nur ile bütünleşmiş, hizmet anlayışı ile izah edilen, onlarca defa tecrübe edilmiş, mahşerdeki hesaba dönük bir yol olduğu teslim edilmiş bir teamül de vardır. Bu teamülün her bir karesi yine meşveretlerle alındığı için, doğruluğu, isabetliliği, Risale-i Nur hedeflerine uygunluğu herkesçe teslim edilmiştir. Dolayısıyla her şey her meşverette yeniden yeniye görüşülmez. Buna ihtiyaç yoktur. Bölgelerden görüşülmesine ihtiyaç duyulup gelen meseleler ise görüşülür.
Yanlış karar olmaz mı? Olabilir. Beşerin olduğu her yerde yanlışlar da olabilir. Fakat telâşa lüzum yok. Yeni bir görüşme ile telafi edilir.
Bu şekilde yapılan meşveretlerimiz hem meselelerimizin en tesirli çözüm noktasıdır, hem de ibadettir.
Dipnotlar:
1 Kastamonu Lahikası, s. 8. 2 Eski Said Dönemi Eserleri (Sünuhat), s. 350.