Kendisini devlete ve millete adayan, gemisi, sarayı, han ve hamamı olmayan Ankara Güniz sokakta halkın arasında bir ipotekli evde kalan, gerçek bir beyefendi, büyük devlet adamı Süleyman Demirel Mevlevî tabiriyle Hakka yürüdü.
Çileler, ardı ardına ihtilâller Zincirbozan’lar, dahili ve harici münâfıklar, onu vatana ve millete olan sonsuz hizmetinden durduramadılar. Demokrasi, insan hakları ve hürriyet aşığı bir vatan evlâdı idi. Kendileriyle çok hatıralarım var, o bizleri bilir bizde onu yakinen bilenlerdeniz. Onun evlâdı yoktu, fakat bütün vatan evlâtlarını kendi evlâdı kabul ederdi.
Bir iki hatıramı nakletmek istiyorum: Birincisi; bizlerin mâzide Konya’da Turizm Derneği ve Vakfı olarak deruhte ettiğimiz Mevlânâ ihtifallerine (anma merasimi) her yıl merhume Nazmiye Hanımla gelirlerdi. İhtifalden sonra mutlaka Mevlânâ dergâhına uğrardı. Çokları bilmezdi, bir kendi arabaları bir de polis arabası, sessiz ve derinden, içeri girer Fatihalarını okuduktan sonra Ankara’ya hareket ederlerdi. Bizler de önceden oraya gelir kendilerini beklerdik.
O bizi, biz onu bildikten sonra bir defasında, tam Mevlânâ Türbesi şadırvanın önüne gelince durdu etrafa döndü ve birden “Halil nerdesin” dedi. “Burdayız beyefendi” deyince, yanına çağırdı ve bu arada Nazmiye Hanım’a dönerek “Halil Bey buraları bize anlatacak Nazmiye” dedi. Biz de ilk mukaddemede gecenin saat 24’ünde dedim ki “Muhterem Beyefendi ve Hanımefendi 1960’lı yılların Ocak ayında Hz. Bediüzzaman Said Nursî veda ziyaretlerinde buraya geldiklerinde bu mermer dış kapı girişinde yani bizim bastığımız yerde durur, bir mânâda Hz. Mevlânâ karşılar ve duâlar faslı olur...
Fakat (M. B.) isimli komiserin “kısa kes hoca kısa kes” deyip omuzuna vuruşu var. Hz. Üstad o komisere dönerek “Evlâdım biz kalıcı değil gidiciyiz “der. Şadırvanın yanında duran Feyzi Halıcı Ağabey, “Mahmut görmüyor musun Hoca Efendi Hz. Mevlânâ ile konuşuyor, çek ellerini oradan” diye bağırmasıyla komiser ellerini çeker. “Sultanım biz de buradan başlayalım,” dedim. İkisinin ortasında idim. Birden Nazmiye Hanıma dönerek “İşte Nazmiye, Hoca Efendinin duâ ettiği makam burada, başla duâya” dedi ve içeri girdik. Bir defasında Türbenin içini anlattık, taa Sakal-ı Şerife ve babalarının ayağa kalkma meselesine kadar izah ve anlatım bir saati bulmuştu, çok memnun kalmışlardı ve tebrik ettiler...
Merhum S. Demirel mânevî konuları istismar etmez, dar zeminde her şeyi konuşurdu... 1980 ihtilâlinde “Nurculuktan ve şarktaki yaptığım unutulmaz hizmetlerden” dolayı tutuklandığım Konya 2. Ordu Askerî Cezaevinden tahliye olduktan sonra mahkemem 2. Ordu Malatya’ya taşındı. Bizde o kara kışlarda avukatlarımla oraya katılırdık. Ben kara yolu Ankara üstü gittiğimden her gidişimde o yasaklı dönemde Sn. Demirel’in Ankara Güniz sokaktaki evine mutlaka uğrar ve onun sohbetlerine katılırdım.
Bir defasında onu hiç yalnız bırakmayan vefakâr İstanbul AP Milletvekillerinden aziz kardeşim Sn. Recep Özel Bey ile gittik. Meşhur salonu lebâleb dolu. O anda eski Muş milletvekillerinden merhum Gıyaseddin Emre “bu ihtilâlcilerden af istiyor muyuz veya isteyelim mi?” ifadesini kullandı. Sn. Demirel oturduğu yerden kalktı masadan beyaz kaplı bir küçük kitabı aldı ve dedi ki “Bak burada Hoca Efendi bunlara “Haydut” diyor biz bu haydutlardan ne affı isteyecez ve bizim vatana millete hizmetten başka ne suçumuz var mı? Bu kitabı sana hediye ediyorum oku” dedi ve verdi.
Masaya yanaştım ve baktım saydım. Kitap Hz. Bediüzzaman’ın telif ettiği “İki Mekteb-i Musîbet Şahadetnamesi ve Divan-ı Harb-i Örfi.” Masada 85 adet vardı. Daha sonra Ankara Yeni Asya Büro temsilcimiz eski bürokrat Sn. B. Ergül Bey, Sn. Demirel’e o günlerde 900 adet verdiklerini söylediler. Sn. Demirel’de gelenlere bir ümit ışığı ve çıkış yolu olarak bu eseri veriyordu.
Şimdi had ve hukuku aşarak merhum Demirel’in gıybetini yapanlar acaba bu kadar hizmeti yapmışlar mı, yapıyorlar mı?
Merhum Demirel’i daha çok arayacağız. Ruhuna binler Fatihalar...