"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Meşrûtiyet-i meşrûa

Halil ELİTOK
12 Ağustos 2015, Çarşamba
Rejim tartışmalarının yapıldığı ortamlarda bazen konular çok karıştırılıyor.

Bu da kafa karışıklığına sebep olmaktadır. Ülke yönetiminde en etkili ve en mükemmel sistem meşrûtiyet-i meşrûadır. Bizde buna katkıda bulunabilmek için bu konuyu ele aldık. Önce meşrûtiyet nedir? Onu anlattıktan sonra Bediüzzaman’ın ifadesiyle meşrûtiyet-i meşrûa nedir? Sorusunu cevaplamaya çalışacağım.

Meşrûtiyet idaresinin kurulması fikrinin şampiyonu olan Mithat Paşa her ortamda bunu savunuyordu.     

Osmanlı Devleti’nde anayasa (Kanun-u Esasî) ve parlamenter rejim (Meclis-i Mebusan) tartışmaları 1830’larda başlayıp 1860’larda yoğunlaşmış ve nihayet 23 Aralık 1876’da Meşrûtiyet ilân edilmiştir. 1878’de II. Abdülhamid tarafından, 93 Harbi’nin çıkmasına sebep olduğu için Meclis kapatılmış ve Anayasa’nın bazı bölümleri askıya alınmış ise de, teorik olarak Meşrûti rejimin devam ettiği kabul edilmiştir.

İlk teşebbüsler de padişahlar tarafından ele alındı. Padişahlar tarafından çeşitli kereler ıslâhat teşebbüslerinde bulunuldu. Genç Osman, Üçüncü Selim, İkinci Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz hanların başlattıkları yenilikçi gayretlerin temel vasfı, Osmanlı Devlet müesseselerinin, işleyiş şekillerinin, çağın şartlarına uygun yeni fonksiyonlar kazanarak verimliliklerinin arttırılması oldu. Böylece Osmanlı devlet müesseselerinin ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara cevap verebilmesi sağlanmak istendi. 

Ancak her defasında başlatılan çalışmalar dolaylı ve dolaysız yollardan, dahilden ve hariçten gelen baltalamalar dolayısıyla akamete uğratıldı. Genç Osman ve Üçüncü Selim Hanın Yeniçeri isyanları neticesinde şehit edilmeleri; 

İkinci Mahmud (1808-1839) devrinde devletin karşılaştığı büyük gaileler; 

Sultan Abdülmecid (1839-1861) devrinde ise ıslâhat hareketlerinin hüviyetinin değiştirilmesi ve Sultan Abdülaziz tahttan indirilip şehit edilmesinin altında yatan esas sebep buydu.

Meşrûtiyet, hükümdarın yetkilerinin anayasa ve halk oyuyla seçilen meclis tarafından kısıtlandığı yönetim biçimi. Meşrûtiyet, bir hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan yönetim biçimidir.

Bediüzzaman; meşrûtiyetten yalın olarak bahsetmemektedir. Kastettiği ve izah ettiği “meşrûtiyet-i meşrûa”dır. 

Sorulan bir soruyu şöyle izah etmektedir:

“Meşrûtiyeti tefsir etmeyeceğim. Belki hükümetin hedef-i maksadı olan meşrûtiyet-i meşrûâyı beyân edeceğim. İşte, meşrûtiyet: “Ve işlerde onlarla istişare et.”1 ve “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.”2 âyet-i kerîmeleri ve “Semadan Muavinlerim Cebrail ve Mikaildir. Yeryüzünde benim iki Muavinim, Ebu Bekir ve Ömer’dir.”3 Hadis-i şerifleri bu konunun tecellîsidir ve meşveret-i şer’iyedir. O vücud-u nûrânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi mârifettir, lisânı muhabbettir, aklı kânundur, şahıs değildir. Evet, meşrûtiyet hâkimiyet-i millettir.”4

“Meşrûtiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükümet hizmetkârdır. Meşrûtiyet doğru olursa, kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârdırlar.5

“Meşrûtiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrûtiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardideyiz.”6

“Meşrûtiyeti herkesten ziyade Şeriat nâmına alkışladım. Lâkin yine korktum ki, başka bir istibdat tekrar o zannı tasdik eder, diye ne kadar kuvvetim varsa Ayasofya Camii’nde meb’usana hitaben feryat ettim. Ve söyledim ki: Meşrûtiyeti, meşrûtiyet ünvanı ile telâkki ve telkin ediniz.”7

“Hakaik-ı Meşrûtiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dâvâ ettim.”8

“Hem de mânâ-yı meşrûtiyete iptilâ ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asya’nın ve âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkisinin birinci kapısı meşrûtiyet-i meşrûa ve şeriat dairesindeki hürriyettir. Ve talih ve taht ve baht-ı İslâm’ın anahtarı da meşrutiyetteki şûrâdır.”9

Dipnot:

1. Âl-i İmran Sûresi, 3/159.
2. Şûrâ Sûresi, 42/38.
3. Hakim, 3046; Tirmizi, 3613. 
4. Nursî; a.g.e. s. 23.
5. Nursi; a.g.e. 50.
6. Nursî, Said; Divan-ı Harb-i Örfi, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-1995, s. 21.
7. Nursî; a.g.e. s. 24.
8. Nursî; a.g.e. s. 25.
9. Nursî; a.g.e. s. 55.

Okunma Sayısı: 1991
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı