"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İlme adanan bir ömür: İbn-i Sina (1)

Feyzullah ERGÜN
08 Kasım 2017, Çarşamba
İslâmiyetin ilme verdiği yüksek değerle aydınlanan, Asya’daki insanlık âlemi, çeşitli ilim dallarındaki yeniliklerle zirve şahsiyetlerin emekleriyle, Avrupa’nın da içinde bulunduğu dünya medeniyetini aydınlatan bir mürebbi ve muallim olmuştur.

Avrupa karanlıklar içinde yüzerken, İslâmiyetin hükümferma olduğu yerler, ilim merkezlerini yüzyıllar önce kurmuş ilim, fikir ve hayat rönesansını zirvelere taşıyarak ilân etmiştir. İslâm medeniyetinin ilim ve fikir alanında yetişen, alanlarında âleme üstad ve rehber olan bilim adamları, insanlık âleminin huzur ve saadetine yön vermişlerdir. İnsanlık âlemine hizmet eden bu dehâ ve vefa insanlarının en değerlilerinden birisi de İbn-i Sina’dır. Risale-i Nur’da bahsi geçen İbn-i Sina’nın 57 yıl gibi kısa bir hayatın içine sığdırılabilen muazzam ve insanlık âlemine sağladığı faydaları, kaynaklardan arayıp bulmaya çalışarak, ibretler alınması için, gözler önüne sermeye çalışacağız.

Asıl adı Ebu Ali Hüseyin İbn-i Sina’dır. Buhara yakınlarındaki Efşene’de dünyaya geldi. Babası Abdullah bir bürokrat olduğundan, evlerinde her zaman ilim meclisleri kurulurdu. Böyle bir zeminde büyüyen Hüseyin 10 yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemişti. Bu arada evlerine gelen baba dostu âlimlerden fıkıh, kelâm ve felsefe dersleri almaya başlayan İbn-i Sina, dehâ derecesindeki zekâsıyla, hocalarını aşarak, anlayamadıkları konuları “Anlamak zorundayım! Anlamamaya hakkım yok!” diyerek bazı zorlu manaların yorumunu yapmaya uğraşıyordu. Fizik, kimya, mantık, felsefe, astronomi ve daha başka fen ilimlerini en ince meselelere kadar kavramış ve 18 yaşına gelince, zamanın hekimlerinden tıp tahsili yapmaya başlayarak kısa zamanda tamamlamış ve başka hekimlere danışmanlık yapacak seviyeye ulaşmıştır. Eserleri Avrupa üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulan İbn-i Sina’ya ‘Neden hekim olmak istiyorsun?’ diye soran yaşlı ve hasta hocasına “İnsanlara acıyorum, en çok onların sağlığıyla ilgilenerek yararlı olabilirim. Bu benim felsefe, fıkıh ve astronomiyle ilgilenmeme engel olmaz ki” diyerek, kendi kendine de: “Doktor olmaya ne hakkım var?” diye soruyordu. “Ben sivilceyi iyileştirebilir, insanı her türlü basit mide bozukluklarından kurtarabilir, ona kusturucu verebilir, mafsallarını iyileştirebilirim, işte hepsi bu. Hastalık sırasında organizmada neler olup bittiği bilinmeden, hatta normal bir insanın içyapısı bile bilinmeden bir hasta nasıl tedavi edilebilir?”1 düşüncesiyle şefkatini ve zekâ derecesini ortaya koymuştur. İşarât ve’t Tenbihât adlı eserinde, Fransız filozof Réne Descartes’ten (1596-1650) 500 yıl önce de “Düşünüyorum öyleyse varım” diyerek kanaatini belirtmiştir.

İnsan vücudunun her parçasını ezbere bilmeden tedavi edemeyeceği düşüncesiyle, tıp ilminde ilerleyen İbn-i Sina “Bilgilerinin insanlara gittikçe daha yararlı olduğunu hissedince, her çağırıldığında seve seve gitmeye başladı. Her yoksul ondan yardım isteyebilirdi. En korkunç hastalıklar ne tiksindiriyor, ne de korkutuyordu. Tek istediği onları iyileştirmekti. Yardımına başvuran bütün yoksulları parasız tedavi eder, yeter ki iyileştirsin. Başka düşündüğü yok! Çıkar peşinde koşmaması bir doktor olarak şöhretini gittikçe arttırıyordu.” 2 Hayatî tehlikesi olan bir hastalığa yakalanan Buhara hükümdarı Nuh ibn-i Mansur’u başarıyla tedavi ettikten sonra, ne hediyeler istediğini soran hükümdara: “Yüce hükümdarım, senden bir tek şey istirham ediyorum, kitaplığa girmeme izin vermenizi istiyorum. İbn-i Sina’ya ‘onun bilgileri yararımıza olacaktır’ düşüncesiyle, istediği izin verilir.

Hükümdarın ilim meclislerine katılan İbn-i Sina idare, hukuk ve sosyal problemler konusunda vezir Süheylî’ye “Ben yasaların her şeyden önce adil olmasını düşünüyorum. Yasaları sadece kalburüstü insanların değil, halkın refahını sağlayacak biçimde düzenlemek gerekir. Devletin kaderi halkın nasıl yaşadığıyla doğrudan ilgilidir. Vergilerden perişan olmuş, sefalet içerisinde ve açlıktan sürünen halk, adalete ulaşamaz, karşısında kendisini çaresiz hissedeceği zulümle her yerde karşılaşır. O zaman devlet zayıflar, sarsılır. Yasaların halkı refaha götürecek biçimde düzenlenmesini sağlamamız gerekir!” diyerek vicdanî kanaatini, sosyal hukuk çerçevesinde açıkça söyleyebilecek kadar serbest fikir sahibidir. Meclisinde bulunan âlimlere: “Şanslı olmak istiyorsan, uğraştığın bilime göre değil, benim arzularıma göre konuş!” diyen Gazneli Sultan Mahmud’un ısrarlı dâvetlerinden, gittikçe uzaklara hicret ederek, zorlu seyahatlerle, ilmin izzetini korumak için katlanarak, uygun olmayan emirlere boyun eğmemiştir.

Gittiği her yerde büyük bir alâka ile karşılanan İbn-i Sina’nın, gerçekleştirmek istediği en büyük projesi, yoksulların bulaşıcı hastalık salgınlarında toplu ölümlere karşı “HASTAHANE DEĞİL, SAĞLIK EVİ tesis ederek, onları kendi parasıyla tedavi edip, karınlarını doyurmaktır. “Kim olursa olsun İbn-i Sina için, bir yakını gibi olur, hastasını çektiği acılardan kurtarmak için bütün zekâsını, bilgisini ve deneyimlerinin hepsini kullanırdı. Hastaya çağırıldığında, hastanın sarayda mı yoksa kötü bir kulübede mi doğduğunu sormuyorum. Vicdanım ve bilimim nasıl emrederse öyle yapıyorum. Ben sadece onlara boyun eğerim derdi.” 

İbn-i Sina, Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinden tıp ve şifaya dair birçok faydalı reçeteler tanzim etmiştir. Bir âyetin tefsirini Risale-i Nur’a alan Bediüzzaman Said Nursî, bir hayat reçetesini şöyle kaydetmektedir. “İslâm hükemasının Eflatun’u ve hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı, dahî-i meşhur Ebu Ali ibn-i Sina, yalnız tıp noktasında “Yiyin, için, fakat israf etmeyin. (A’raf Sûresi: 31.) âyetini şöyle tefsir etmiş. Demiş “İlm-i tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. YEDİĞİN VAKİT AZ YE. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. ŞİFA HAZIMDADIR. Yani kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mideye en ağır ve yorucu hâl, TAAM TAAM ÜSTÜNE YEMEKTİR. 

Hâşiye: Yani vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek, veyahut telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır.” 3 Onun içindir ki, sağlıklı yaşama kaidelerinde ilk şart, KORUNMAK TEDAVİDEN ÖNCE GELMEKTEDİR.

SAĞLICAKLA KALIN

Dipnotlar:

1- Vera Aleksyevna SMİRNOVA, Doğunun Bilim Güneşi: İbni Sina, s.45 Etkin Yayınevi 2006.

2- Age. s. 53; 3) Age. s. 91; 4) Age. s. 177.

3- Bediüzzaman Said NURSÎ, Lem’alar, s. 368 Yeni Asya Yayınları 2005.

Okunma Sayısı: 3732
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı