Üstad Bedîüzzamân, talebelerinin başında Gönüllü Alay Kumandanı olarak Kafkas Cephesinde Birinci Harb-i Umûmî’ye katılır. Birçok talebesi şehîd olur.
Hatırlatma:
1- 1 Mart 1333 (1 Mart 1917) - 31 Kânûnievvel 1341 (31 Aralık 1925) arasında Rûmî-Gregorien takvim kullanıldığı için Mîlâdî târihlerle ay ve günler ayni olup aralarında sâdece 584 yıl farkı bulunmaktadır. (1)
2- Rûmî Takvimden Mîlâdî Takvime intikāl eden bâzı ay adları (Teşrînievvel, Teşrînisânî, Kânûnievvel, Kânûnisânî) 10 Ocak 1945’de (Ekim, Kasım, Aralık, Ocak) olarak değiştirilmiştir. (2)
3- Külliyât sayfa numaraları Yeni Asya Neşriyât nüshalarına göredir.
GİRİŞ
Üstâd Bedîüzzamân, talebelerinin başında Gönüllü Alay Kumandanı olarak Kafkas Cephesinde Birinci Harb-i Umûmî’ye katılır.. Birçok talebesi şehîd olur. Kendisi de Bitlis müdâfaasında yaralanarak Ruslar’a esir düşer (19 Şubat 1331 / 3 Mart 1916).
Van, Culfa üzerinden Tiflis, Kologrif, Kostroma'ya sevk edilir.
Rusya’nın içine sürüklendiği karışıklıklardan (Bolşevik İhtilâli) istifâde ile 1918 bahârında Kostroma’dan fîrâr eder. 2 sene, 3 ay, 15 gün süren bu ilk esâret yolculuğu İstanbul'da sona erer (18 Hazîrân 1334/1918). (3)
Tanîn Gazetesi haberi şöyle verir (25 Hazîrân 1334/1918):
“Muvâsalat
Kürdistân Ulemâsından olub talebesiyle berâber Kafkas Cebhesinde muhârebeye iştirâk eylemiş ve Ruslar’a esîr düşmüş olan Bedîüzzamân Saîd-i Kürdî Efendi âhiren şehrimize muvâsalat eylemişdir.”
Vatan müdâfaasında gösterdiği kahramanlıklar dolayısıyle kendilerine, Dârü'l-Hikmeti’l-İslâmiyye a‘zâlığı, madalya, ikrâmiye ve mahrec pâyesi tevdî‘ edilir.. (4)
Harb-i Umûmî’nin mağlûbiyetle netîcelenmesi ve İstanbul’un İ’tilâf Devletleri’nce işgāli üzerine işgālciler aleyhine “Hutuvât-ı Sitte”, “Anglikan Kilisesine Cevab” gibi makāleler neşreder..
Kuvâ-yi Milliye aleyhindeki 10 Nîsan 1336/1920 târihli Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi Fetvâsına (R-1), karşı-fetvâ verir..(5) (ABIBSNİŞ(*)-II, s.256, 257, 259 ; Eski Saîd Dönemi Eserleri, 2009, Tulûât, s.573)
(*): Arşiv Belgeleri Işığında Bedîüzzamân Saîd Nursî ve İlmî Şahsiyeti, Prof. Dr. A. Akgündüz
(R-1: Dürrizâde Abdullah Efendi Fetvâsı, Takvîm-i Vekāyi’de. / ABIBSNİŞ-II , s. 256)
Yeğeni Abdurrahmân, Târihçe-i Hayât’ın Zeyli’nde o günleri şöyle anlatıyor:
“(…) müşârün-ileyh kefenini boynuna takmış ve ölümünü göze almışdır. Ve Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyye’de demir gibi dayandı. Ecnebî te’sîrâtı Dârü’l-Hikmet’i kendine âlet etdiremedi ve o yanlış fetvâya[*] karşı dayandı, reddetdi. İslâmiyyet’e muzır bir cereyân ortaya atıldığı vakit o cereyânı kırmak içün küçük bir eserini neşr ediyordu. Hattâ Anadolu’dan istediler, gitmedi. Demişdi:
— ‘Ben tehlikeli yerde mücâhede etmek istiyorum, siper arkasında mücâhede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyâde burayı dahâ tehlikeli görüyorum.’” (6)
[*]: Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi fetvâsı.
ANKARA’DA
(R-2: O yıllarda Ankara Vilâyet Haritası) (7)
(R-3: Günümüzde Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak kullanılan ilk TBMM binâsı.)
Mükerrer Dâvetler ve Ankara’ya Gelişi
O’nun İstanbul’daki mücâdelesini tâkip ve takdîr eden Ankara erkânı, berâber çalışmak için müteaddid def’alar da‘vet ederler.. Millî Müdâfaa Vekâleti Emekli Müftülerinden Osman Nûrî, da‘vet sayısının 18’i geçtiğini yazmaktadır.. (8) (Târihçe-i Hayât, 1998, s.559)
Bedîüzzamân, çeşitli vesîlelerle Külliyât’ın muhtelif yerlerinde bu da‘vetlere ve Ankara hâtıralarına yer verir:
“Bir zaman sonra Mustafa Kemâl iki def’a şifre ile Van vilâyetinin eski vâlîsi ve benim dostum Tahsin Beyin vâsıtasıyle beni, neşredilen Hutuvât-ı Sitte’ye mükâfaten taltîf için Ankara’ya celb etdi, gitdim.” (9) (Şuâ‘lar, 1994, s.314)
“O, beni taltîf etmek ve bütün Vilâyât-ı Şarkıye’ye Vâiz-i Umûmî yapmak içün, Ankara’ya istedi. Ben oraya gitdim.” (10) (Emirdağ Lâhikası, 1998, s.248)
“İstiklâl Harbinde Hutuvât-ı Sitte nâmında bir makāle ile İstanbul’daki efkâr-ı ulemâyı İngiliz aleyhine çevirib Harekât-ı Milliyye lehinde ehemmiyetli hizmet eden ve Ayasofya’da binler adama nutkunu dinletdiren ve Ankara’daki Meclis-i Meb’ûsânın şiddetli alkışlamasıyla karşılanan (…)” (11) (Şuâ‘lar, 1994, s.393)
TBMM’de Hôş-âmedî
Alkışlarla karşılanma hâdisesini I. ve II. Dönem Karahisârışarkī Meb’ûsu Ali Sürûrî Efendi, Günlüğünün 9 Teşrînisânî 1338 (9 Kasım 1922) târihli sayfasına kaydeder:
“İki gün evvel [7 Kasım 1922] Ankara’ya gelmiş olan Bedîüzzamân Saîd-i Kürdî Efendi sâmiîn locasında idi. Vilâyât-i Şarkıyye meb’uslarından ba‘zısının takrîri üzerine Meclis alkışlarla müşârü’n-ileyhe beyân-ı hôş-âmedî etdi. Kendisi de locada ayağa kalkarak ta‘zîmâtla ve birkaç kerre selâm vermek sûretiyle teşekkürde bulundu.
Bil’âhare Riyâset Odasında görüştük.. 324’de [1908-1909’da] gördüğüm Saîd-i Kürdî hiç değişmemiş ve ihtiyarlamamış!.. Fakat rûhen hasta olduğu hem meşhûd, hem mervî.. Hattâ tedkīkāt ve te’lîfât-ı İslâmiyye a‘zâlığı teklif olunmuş ise de hastalığından bahisle i‘tizâr etmiş. Yine, kâ'l-evvel [evvelki gibi] millî elbisesiyle geziyor.” (12)
Buradan anlaşıldığına göre; "Diyânet Riyâseti Dâiresi'nde, Dârü'l-Hikmet a'zâlarıyle berâber, eski vazîfemle memnûn etmek" (13) (Şuâ’lar, 1994, s.314) teklîfi Ankara’ya geldiği ilk iki-üç gün içerisinde yapılmış olmalı.
TBMM Zabıt Cerîdesi’nde Hôş-âmedî ve alkışlar (R-4):
(R-4: TBMM Zabıt Cerîdesi, 9.11.1338/1922, s.439)
"Ulemâdan Bedîüzzaman Saîd Efendi Hazretleri’ne beyân-ı hôş-âmedî:
Reîs - Efendim, Bitlis Meb’ûsu Ârif Bey'le rüfekāsının takrîri var:
‘Riyâset-i Celîleye,
Vilâyât-ı Şarkıyye ulemâ-yı benâmından olub Anadolu gāzîlerini ve Meclis-i Âlî'yi ziyâret etmek üzere İstanbul'dan buraya gelerek sâmiîn locasında bulunan Bedîüzzaman Molla Saîd Efendi Hazretleri’ne hôş-âmedi edilmesini teklîf eyleriz.’
Bitlis-Ârif, Bitlis-Derviş, Muş-Kāsım, Muş-(okunamadı), Siird- Sâlih, Bitlis-Resûl, Ergani-Hakkı
(Alkışlar)
Râsih Efendi (Antalya): Kürsiye teşriflerini ve duâ etmelerini kendilerinden ricâ ederiz." (14)
Hôş-âmedî merâsimi ve alkışlar, TBMM Hükûmeti’nin sözcüsü durumundaki ve M. Kemâl’in de makālelerinin neşredildiği Hâkimiyet-i Milliyye Gazetesinde (R-5) (10 Teşrînisânî 1338/1922):
(R-5: Hâkimiyet-i Milliye Gazetesinde ilgili yer.. )
"Büyük Millet Meclisi’nde
“Vilâyât-i Şarkıyye ulemâ-yı benâmından olub Anadolu gāzîlerini ve Meclis-i Âlî’yi ziyâret etmek üzere İstanbul'dan buraya gelen ve sâmiîn locasında bulunan Bedîüzzaman Molla Saîd Efendi Hazretlerine beyân-ı hôş-âmedî edilmesi hakkındaki Bitlis Meb’ûsu Ârif Bey ve rüfekāsının takrîri alkışlar arasında kırâat olundu." (15)
Mustafa Kemâl’e Mektup ve Münâkaşa
Bedîüzzamân, Ankara reîslerinde Dîne karşı gördüğü lâkaydlık üzerine gelişinin 17. Günü, M. Kemâl ve diğer erkâna mektup yazar (*) (R-6)..
(R-6: Bedîüzzamân’ın M. Kemâl’e yazdığı mektup. / ABIBSNİŞ-II, s.397)
“
Âlem-i İslâm Kahramânı Paşa Hazretlerine!
Ey Gāzî-i Nâmdâr.. Zât-ı âlîniz hem muzaffer ordu, hem muazzam Meclis’in şahs-ı ma'nevîsinin timsâlisiniz. (…)” (16) (ABIBSNİŞ-II, s.390-400) cümleleriyel başlayan 10 maddelik mektup muhteviyyâtı M. Kemâl’i çok hiddetlendirir!.. Aralarında şiddetli bir münâkaşa olur..
(*): Üstâd Bedîüzzamân, M. Kemâl’e ve diğer erkâna yazdığı mektûbu az değişikliklerle Ankara hayâtının ileriki dönemlerinde meb’uslara hitâben beyannâme olarak dağıtır (19 Kânûnisânî 1339/1923) ve Hubâb isimli eserine de derceder (R-17).
Birinci Grup üyelerinden Ali Sürûrî Efendi, bir kısmına şâhid olduğu bu tartışmayı günlüğünün 25 Teşrînisânî 1338 (25 Kasım 1922) târihli sayfalarında kaydeder:
“Takrîben akşam namâzı sıralarında Meclis dağılırken bakdım, Dîvân-ı Riyâset Odasında Kemâl Paşa ile Bedîüzzaman Molla Saîd-i Kürdî arasında bir mübâhase var. Ben de dinledim. Bir sâat kadar imtidâd etdi.
Mübâhasenin ibtidâsı; Bedîüzzamân’ın Kemâl Paşa’ya ve dahâ ba‘z arkadaşlara yazdığı mektubda, namaz kılmalarını tavsiye etmesinden ve Mezheb-i Şâfi‘î’de, târik-i salâtın şehâdeti kabûl edilmeyeceğine nazaran Meclisin ekseriyeti târik-i salât ise, Meclis’in hükümlerinin medhûl ve gayr-i nâfiz olması lâzımgeleceğini beyân etmesinden dolayı imiş.
Kemâl Paşa, meâl-i mektûbun siyâsete derkâr olan mahâzîrinden ve hiç olmazsa yalnız kendisine yazılsa idi bu mahzûrun o kadar vârid olmayacağından bahisle Bedîüzzamân’a darıldı. Bedîüzzaman da bu mahzûru düşünemediğini i‘tirâf etdi. Bedîüzzamân da, evvelce biraz haşînce söylüyor idiyse de sonra te’vil ve tahaffüf etdi. Ve aralarındaki kırgınlık zâhiren zâil oldu gibi ise de herhâlde iki taraf da birbirine muğber kaldılar zan ederim.
Kemâl Paşa, çok mühim mes’elelere temâs etdi ve hakīkaten zekâsını gösterdi.
Bedîüzzamân’ı yalnız şu mübâhasede dinleyenler, şöhretini pek de hakīkate muvâfık bulmadılar sanıyorum. Ma‘mâfih yine güzel cevablar verdi. Ve Meclis’in çok mübârek ve mübeccel olduğundan bahs etdi. O, bilhassa Kemâl Paşa’ya hitâben; ‘Siz Kur’ân’ı ve İslâm’ı kurtardınız. Kur’ân’ı omuzunuza kaldırdınız. Kur’ân ise, her sahîfesinde salât ile emr ediyor. Mâdem ki, Kur’ân’ı böyle muhâfaza etdiniz, onun emri olan salâta da beynel-Müslimîn te'mîn-i müdâvemet içün teşebbüs etmeniz lâzımdır. Ve o mektûbu size onun içün yazdım. Sizden başkalarına yazdığım doğru olmayabilir. Fakat, böyle bir teşebbüsü sizin hâtırınıza onlar da getirsin diye yazdım.’ meâlinde güzel sözler söyledi.
Bir aralık Bedîüzzamân, salona çıkmışdı. Kemâl Paşa, Bedîüzzamân’ı beğenmediğini söyledi. ‘Böyle ulemâdan Ümmet-i İslâmiyye’ye hayır gelmez.’ dedi.” (17)
Münâkaşanın diğer bir şâhidi, Siverek Meb'ûsu Abdülganî Bey'in hâtırası:
“Bedîüzzamân Hazretleri İstanbul’dan Ankara’ya ilk geldiği günlerde dahâ önceleri de birbirimizi tanıdığımız için, sık sık görüşüyorduk. Ankara’ya geldikten bir müddet sonra, meb’ûsları namaza dâvet etti. Bir beyannâme yazıp neşretmişti. Bu mevzûda Atatürk ile münakaşaları esnâsında ben hâzır idim. Atatürk’ün hiddetli bağırmasına karşı, Bedîüzzaman dahâ çok şiddetli ve hiddetli bir şekilde bağırarak, ona karşı namazı ve İslâm şeâirini müdâfaa etti. Münâkaşanın tam ortasında, yânî ikisi karşılıklı sert konuşurlarken; Sultan Abdülhamîd’in meşhur müezzini Hâfız Hüseyin Efendi meclis mescidinde ‘Allâhü Ekber Allâhü Ekber’ diye Ezân-ı Muhammediyye’ye başlar başlamaz, Bedîüzzamân o şiddetli münâkaşayı dakīkasında bırakarak, namaz yerine koştu.” (18)
Bedîüzzamân ne diyor?:
“Hem Ankara da, Dîvân-ı Riyâsetinde pek çok meb’ûslar varken Mustafa Kemâl şiddetli bir hiddetle Dîvân-ı Riyâsetine girip, bana karşı bağırarak: ‘Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyân edesin. Sen geldin, namaza dâir şeyler yazıp içimize ihtilâf verdin.’ Ben de onun hiddetine karşı dedim: ‘Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.’ Dehşetli bir put [*]kırdım.
Hâzır meb’ûs dostlarım telâş etdikleri ve herhâlde beni ezeceklerini tahmîn etdikleri sırada, bana karşı bir nevi tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, âdetâ dehşetli bir kuvveti ve hakīkati hissedip geri çekilmesi, ikinci gün [**] husûsî Riyâset Odasında, Hücûmât-ı Sitte’nin Birinci Desîse içinde bulunan "Meselâ, Ayasofya Câmîi ehl-i fazl ve kemâlden, ilâ âhir..." cümlesinden başlayan, tâ İkinci Desîseye kadar, bir sâat tamâmen ona söyledim.
Bütün hissiyâtını ve prensibini rencîde etdiğim hâlde bana ilişmemesi, hattâ taltîfime çok çalışması (…) şüphesiz ki, Risâle-i Nûr’un, ileride kahraman şâkirdlerin şahs-ı ma‘nevîsinin hârika bir kuvveti ve Risâle-i Nûr’un parlak bir kerâmetidir.” (19)(Emirdağ Lâhikası, 1998, s.214)
[*]: Bâzı nüshalarda, “pot”.
[**]: 26 T.sânî 1338 (26 Kasım 1922)
“1338[1922]’de Ankara’ya gitdim. İslâm Ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i îmânın kuvvetli efkârı içinde, gāyet müdhiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek içün dessâsâne çalıştığını gördüm. ‘Eyvâh,’ dedim. ‘Bu ejderha îmânın erkânına ilişecek!’ O vakit, şu âyet-i kerîme bedâhet derecesinde vücûd ve vahdâniyeti ifhâm ettiği cihetle, ondan istimdâd edib, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ı Hakîmden alınan kuvvetli bir bürhânı, Nûr’un Arabî risâlesinde [*] yazdım. Ankara’da, Yeni Gün Matbaasında tab‘ etdirmişdim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nâdir olmakla berâber, gāyet muhtasar ve mücmel bir sûrette o kuvvetli bürhan te’sîrini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişâf etdi, hem kuvvet buldu.” (20) (Lem’alar, 1999, s.239)
[*]: Zeylü'z-Zeyl (21)
“Şeyh Sinûsî Kürdce lisânı bilmediğinden, beni onun yerinde üçyüz lira maâşla Vilâyât-ı Şarkıye Vâiz-i Umûmîsi, hem meb’ûs, hem Diyânet Riyâseti dâiresinde, Dârü’l-Hikmet a‘zâlarıyle berâber, eski vazîfemle memnûn etmek [*] ve benim Van’da temelini atdığım Medresetü’z-Zehrâ ve şark dârülfünûnuma Sultan Reşâd’ın verdiği ondokuzbin altun lira, ikiyüz meb’ûs içinde yüzaltmışüç meb’ûsun imzâsıyla yüzellibin banknota iblâğ edilerek kabûl edildiği hâlde, ben Beşinci Şuâ‘ aslının verdiği haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm. Mecbûriyetle o çok ehemmiyetli vazîfeleri bıraktım. Ve ‘Bu adamla başa çıkılmaz, mukābele edilmez’ diye, dünyâyı ve siyâseti ve hayât-ı ictimâiyeyi terk edip yalnız îmânı kurtarmak yolunda vaktimi sarf etdim.” (22) (Şuâ’lar, 1994, s.314)
[*]: İlgi: "Hattâ Tedkīkāt ve Te’lîfât-ı İslâmiyye A‘zâlığı teklîf olunmuş ise de hastalığından bahisle i'tizât etmiş" (A. Sürûrî Tönük’ün Günlüğü, 9 Kasım 1922 târihli sayfa.)
“Bundan oniki sene evvel Ankara reîsleri, İngilizlere karşı Hutuvât-ı Sitte nâmındaki mücâhedâtımı takdîr edib, beni oraya istediler. Gitdim. Gidişâtları, benim ihtiyarlık hissiyâtıma uygun gelmedi.
‘Bizimle çalış’ dediler.
Dedim:
‘Yeni Saîd öteki dünyâya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz; fakat size de ilişmez.’
Evet, ilişmedim ve ilişenlere de iştirâk etmedim. Çünki, an’anât-ı milliyye-i İslâmiyye lehinde isti‘mâl edilebilir bir dehâ-i askerîyi, an’ane aleyhine çevirmeye maatteessüf bir vesîle oldu. Evet, ben, Ankara reîslerinde, husûsan Reîsicumhur’da bir dehâ hissetdim ve dedim:
‘Bu dehâyı, kuş kondurmakla [*] an’anât aleyhine çevirmek câiz değildir. Onun içün, ne kadar elimden gelmişse dünyâlarından çekindim, karışmadım.” (23) (Târihçe-i Hayât, 1998, s.194, 195)
[*]: Bâzı nüshalarda, “kuşkulandırmakla”.
“Kırk sene evvel, bir başkumandan beni bir parça dünyâya alıştırmak içün ba‘zı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi. Onlar dediler:
‘Biz şimdi mecbûruz. kāidesiyle, Avrupa’nın ba‘zı usullerini medeniyetin îcablarını taklîde mecbûruz’ dediler.
Ben de dedim: ‘Çok aldanmışsınız. Zarûret sû-i ihtiyârdan gelse, kat’iyyen doğru değildir; harâmı helâl etmez. Sû-i ihtiyârdan gelmezse, ya‘nî zarûret harâm yoluyla olmamışsa zararı yok. Meselâ; Bir adam sû-i ihtiyârıyla harâm bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinâyet yapsa, hüküm aleyhine cârî olur, ma‘zûr sayılmaz, cezâ görür. Çünki, sû-i ihtiyârıyla bu zarûret meydana gelmişdir. Fakat bir meczub çocuk cezbe hâlinde birisini vursa, ma‘zûrdur. Cezâ görmez. Çünki ihtiyârı dâhilinde değildir.’
İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: ‘Ekmek yemek, yaşamak gibi zarûrî ihtiyaçlar hâricinde başka hangi zarûret var? Sû-i ihtiyârdan, gayr-ı meşrû‘ meyillerden ve harâm muâmelelerden tevellüd eden hareketler harâmı helâl etmeye medâr olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryâkî olmuşsa, mutlak zarûret olmadığı ve sû-i ihtiyârdan geldiği içün, harâmı helâl etmeye sebeb olamaz. Kānûn-i beşerî de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyâr hâricinde zarûret-i kat’iyye ile, sû-i ihtiyârdan neş’et eden hükümleri ayırmışdır. Kānûn-i İlâhî’de ise, dahâ esâslı ve muhkem bir şekilde bu esâslar tefrîk edilmiş.’” (24) (Emirdağ Lâhikası, 1998, s. 456)
İlk Zehirlenme mi?
“Yirmi sene evvel beni Ankara’da aşıladılar. Şimdiye kadar o aşı yeri ara sıra işliyor, râhatsızlık veriyor.” (25) (Şuâ’lar, 1994, s.272)
Medresetü’z-Zehrâ çalışmaları
“Bedîüzzamân, Ankara’da bulunduğu müddetçe, en birinci maksadı olan, Şark dârülfünûnunun te’sîsi için uğraşmaktan kat’iyen geri durmadı. Birgün me’bûslar hey’etine der: ‘Bütün hayâtımda bu dârülfünûnu ta‘kîb ediyorum. Sultan Reşâd ve İttihâdcılar, yirmibin altun lira verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz.’
O zaman, yüzellibin banknot vermeye karar verdiler. Bunun üzerine, ‘Bunu meb’ûslar imzâ etmelidirler’ der.
Bu hakīkatli ma‘rûzât üzerine, muhâlifler dışarı çıkıp, yüzaltmışüç meb’ûs o karârı imzâ ederler.” (26) (Târihçe-i Hayât, 1998, s.128, 129)
M. Kemâl ve İsmet Paşalar da teklîfi (R-7) imzâlayanlar arasındadır. (27) (ABIBZSNİŞ-I, s.854, 855, 856)
(R-7: Medresetü’z-Zehrâ ile ilgili kānun teklifi / ABIBSNİŞ-I, s.854)
“TBMM Riyâset-i Celîlesine
Harb-i Umîmî’den evvel Kosova Medresesi’ne tahsîs olunan yirmibin altun liradan onyedibin altun Van’da yapılacak Medrese-tüz- Zehrâ ismiyle müsemmâ bir Dâr-ül-Ulûm-i İslâmiyye’ye tahsîs edilmişdi. Van Vâlîsi Tahsin Bey’in ve aşâîrin teşebbüsleriyle temeli atıldı. Aşâir taahhüd etdiler ki, zekâtın bir kısmını Medreseye tahsîs edeceğiz. Hattâ zekâtın zekâtıyle ikibine yakın leylî talebe idâre edilecekdi. Hem de Mâliyye’nin tasarrufunda olan oranın evkāfı da mühim bir yekûn teşkil eder. Şimdi ise oraların Ermeni ihtilâl komite menba‘ları olan münderis kiliseleri de oranın evkafına mâl olmuş. O vakitde öyle bir müessesenin vücûduna esbâb-ı mûcibe bir ise şimdi ondur. Çünki, o zaman yalnız bir hasm-ı dînî var idi. Şimdi cenûbdan, şimâlden, şark’dan hem de cehâlet-i dâhilî ile berâber ahlâk ve esâsât-ı dîniyyeyi ifsâd eden esbâb taaddüd edüb halkı kavgaya sevk ediyor. O nâzik mevki‘de ve öyle bir kavimde ki, her şey din nokta-i nazarından muhâkeme eder. Esâsât-ı dîniyyeyi i‘lâ ve takviye eden böyle bir müesseseden başka hiçbir tedbir ciddî semere vermez, verse de muvakkatdır. Binâenaleyh böyle bir müesese-i âliyye-i ilmiyyenin o havâlî halkının tahsîl-i ilm ve irfânına tahsîsi Vilâyât-ı Şarkıyyede Devlet’in âsâyîşinde, iktisâdiyyâtında, ahlâkıyyâtında müessir-i hayr ve şükran tevlîd edeceğinden v-el-hâlâtü hâzihî bir altun liranın mukābili yedi lira ve levâzım-ı inşâiyye ve sâirenin fiyâtca eskisine nisbetle birkaç misli tezâyüd etmiş olduğundan bugünkü paranın kıymeti nazar-ı dikkate alınarak bu zîrdeki mevadd-i kānûniyyenin kabûliyle bu emr-i hayrın bir an evvel kuvveden fi‘le ısdârı mülk ve milletin selâmet ve saâdetini gāye-i emel tanıyan Meclis-i Âlî-i Millî’ye arz ve teklîf eyleriz. 17 Şubat sene 339 [17 Şubat 1923]
Van’da Medrese-tüz- Zehrâ nâmıyle bir dâr-ül-ulûm-i İslâmiyye inşâ ve küşâdı kabûl edilmişdir.
Masârîf-i inşâiyye içün 339 [1923] senesi Şer’iyye ve Evkāf büdcelerine yüzellibin lira idhâl edilmişdir.
İşbu kānun târîh-i neşrinden i‘tibâren mer’î olacakdır.
İşbu kānûnun icrâ-yı ahkâmına Şer’iyye ve Evkāf Vekâleti me’mûrdur.
[167 İMZÂ]
Kayseri Meb’ûsu Âlim Efendi, Van Meb’ûsu Haydar Bey ve arkadaşları tarafından verilen 17 Şubat 1339 (1923) târihli kānun teklîfi, 19 Şubat’da Meclis Başkanlığına arz edilir, 21 Şubat’da Meclis’de görüşülerek Lâyiha (Kānun Teklifleri) Encümenine havâle edilir (R-8, 9, 10). (28) (ABIBSNİŞ-II, s.428 ; ABIBSNİŞ-I, s.858, 859)
(R-8: TBMM 21 Şubat 1339 târihli Zabıt Cerîdesi / ABIBSNİŞ-II, s.428)
(R-9, 10: TBMM 21 Şubat 1339/1923 târihli Zabıt Cerîdesi’nde ilgili sayfaların yeniyazı sûretleri / ABIBSNİŞ-I, s.858, 859)
Medrese-tüz-Zehrâ, M. Kemâl muhâlifi Ali Şükrü Bey’in Tan Gazetesinde (28.2.1339/1923) (R-11):
(R-11: 28 Şubat 1339/1923 târihli Tan Gazetesi’nin Medresetüzzehâ ile ilgili haberi (s.3'de). / ABIBSNİŞ-I, s.851, 852 )
“Medreset’üz-Zehrâ
Pek mühim ve feyiznâk bir teşebbüs
Van’da muazzam bir Medrese inşâsı içün Büyük Milet Meclisi Riyâset-i Celîlesi’ne 167 imzâ ile bir takrir verilmişdir.
Esâsen Harb-i Umûmî’den evvel bu Medresenin inşâsı içün onyedibin altun tahsis edilmiş, Vâlî Tahsin Bey Efendi’nin ve aşâirin teşebbüs ve himmetleriyle Medrese’nin temelleri atılmışdı. Kürdistân’ın hamiyyetli ve dindâr aşâiri, zekâtlarının bir kısmını da bu Medreseye tahsîs edeceklerini taahhüd etmişlerdi. Eğer Harb-i Umûmî bu feyznâk teşebbüs-i azîme hâil olmasaydı, bu Medrese-i âliyye şimdi bütün şark vilâyetlerimize nurlar, feyzler saçacakdı. Lâkin Harb-i Umûmî maatteessüf her hayırlı teşebbüslere olduğu gibi bu Medresenin inşâsına da mâni‘ olmuş ve Kürdistân’ı böyle bir müessese-i irfândan mahrum bırakmışdır.
O zaman Medresetü’z-Zehrâ’nın te’sîsinde en mühim âmil olan Kürdistân ulemâ-yi benâmından Bedîüzzamân Saîd Efendi Hazretleriydi. Müşârü’n-ileyh Mısır’daki (Câmiü’l-Ezher)’e bir nazîre olmak üzere Kürdistân’da bir (Medresetü’z-Zehrâ) te’sîsini gāye-i emel edinmişlerdi. Ve bu gāye-i ulviyyenin tahakkuku içün o havâlîdeki bütün aşâirle görüşmüş, onların muâvenet ve müzâheretlerini de te’mîne muvaffak olmuşdu. O sırada Van’da vâlî bulunan Tahsin Bey Efendi de bu hususda müşârü’n-ileyh Saîd Efendi ile berâber pek çok çalışmışlardı.
Şimdi Ankara’da bulunan müşârü’n-ileyh Saîd Efendi, Kürdistân’ın böyle bir müessese-i irfâna olan ihtyâc-ı şedîdini meb’ûslara arz ve îzâh etmiş ve bunun üzerine ba‘zı meb’ûs arkadaşlarımızın delâletiyle 167 zât takrîre vaz‘-ı imzâ ederek Riyâset-i Celîle’ye takdim etmişlerdir. Hiç şübhe yokdur ki, bu emr-i azîmin husûlüne bütün meb’ûslar müzâheret edeceklerdir.
Kürdistân’da böyle bir müessese-i âliyyenin te’sîs ve küşâdı her nokta-i nazardan gāyet mühim ve fâidelidir.
Zîrâ bu gün o havâlî dünden ziyâde ehemmiyyet kesb eylemişdir. Bir tarafdan dâhildeki cehâlet düşmanı, diğer tarafdan etrâftaki hâricî düşmanlar alabildiğine o güzel memleketlerimizi ezip yutmak istiyor. Bunlara karşı mukāvemet edecek ancak ilm ü irfândır, seceyâ-ı âliyye-i Dîniyyemizin tenemmüv ve tarsînidir. Bunların te’mîni ise böyle bir müessese-i âliyyenin vücûduna mütevakkıfdır.
Muhterem Kürd kardeşlerimizin yüzlerini cenuba çevirmek içün bin türlü hiylelere teşebbüs eden İngilizler emîn olsunlar ki, asîl ve dindâr Kürdler hiçbir zaman İngilizler’in bu tuzaklarına düşmeyecekler, Şarkın kapusunda her türlü hıyle ve fesadlara karşı koyacak böyle bir din ve irfân kal’ası vücuda getirecekler ve ilel-ebed Türk kardeşleriyle bir bünyân-ı marsûs hâlinde birlikde yaşayacaklardır.
İnşâallah bu Medresenin küşâdıyle az zaman sonra Van Gölü havzası mühim bir merkez-i dîn ve irfân olacakdır. Zîrâ Medresetü’-z-Zehrâ’nın temelleri Van Gölü kenârında (Argıt) denilen öyle güzel bir mahalde atılmışdır ki, bu mevqiin savâhilinde bulunan birçok kasabalarla münâsebeti vardır. Bu sâyede Medresetüzzehrâ bütün o kasabalara ilm ve ifân nurları saçacak, çok geçmeksizin Van Denizi bir bahr-i irfân olacakdır. Böyle bir müessese-i âliyyenin te’sîs ve küşâdı içün Büyük Millet Meclisi a‘zâ-yi kirâmının gösterdiği tehâlük cidden şâyân-ı şükrândır. Hem-ân Allah muvaffakıyyetler buyursun.”(29) (ABIBSNİŞ-I, s. 851, 852)
Medresetüzzehrâ teklîfi, Lâyiha Encümenince şâyân-ı müzâkere görülmekle 6 Eylûl 1339’da (1923) Hey’et-i Umûmiyye’de görüşülmek üzere Riyâset-i Celîle’ye arz olunur. Meclis Başkanlığı’nca 9 Eylûl 1339 (1923) günü Hey’et-i Umûmiyye’ye intikāl ettirilir, 12 Eylûl’de müzâkere edilerek Şer’iyye ve Maârif Encümenlerine havâle edilir (R-12, 13, 14). (30) (ABIBSNİŞ-I, s.860, 861, 862)
(R-12: 6.9.1339/1923 târihli “Lâyiha Encümeni” mazbatası. / ABIBSNİŞ-I, s.860)
(R-13, 14: TBMM 12 Eylûl 1339/1923 târihli Zabıt Cerîdesi’nin yeniyazı sureti. / ABIBSNİŞ-I, s. 861, 862)
Ankara’ya Vedâ‘
Bedîüzzamân 5,5 ay kadar kaldığı Ankara’da aradığını bulamaz.. 17- 31[21] Nîsan [1 Mayıs] 1339/1923 günlerinde, Gebze üzerinden İstanbul’a döner (R-15).
İstanbul’da 1 sene 3 ay kalır… Sonra, Van’a gider. (31)
(R-15: Bedîüzzamân’ı Eski Saîd’den Yeni Saîd’e götüren tren bileti)
Bedîüzzamân’ın Ankara’da uğradığı hayâl kırıklığı eserlerine de akseder:
“Bir zaman, ihtiyarlığın başlangıcında, Eski Saîd’in gülmeleri Yeni Saîd’in ağlamalarına inkılâb etdiği hengâmda, Ankara’daki ehl-i dünyâ beni Eski Saîd zannedip oraya istediler, gitdim. Güz mevsiminin âhirlerinde Ankara’nın benden çok ziyâde ihtiyarlanmış, yıpranmış, eskimiş kal’asının başına çıkdım. O kal’a, tahaccür etmiş hâdisât-ı tarîhiyye sûretinde bana göründü. Senenin ihtiyarlık mevsimiyle benim ihtiyarlığım, kal’anın ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devletinin ihtiyarlığı ve Hilâfet Saltanatının vefâtı ve dünyânın ihtiyarlığı, bana gāyet hazîn ve rikkatli ve firkatli bir hâlet içinde, o yüksek kal’ada geçmiş zamânın derelerine ve gelecek zamânın dağlarına bakdırdı ve bakdım. Birbiri içinde beni ihâta eden dört beş ihtiyarlık karanlıkları içinde, Ankara’da en kara bir hâlet-i rûhiyye hissetdiğimden, HAŞİYE bir nûr, bir tesellî, bir ricâ aradım.
HÂŞİYE: O zaman bu hâlet-i rûhiyye Fârisî bir münâcât sûretinde kalbe geldi, yazdım. Ankara’da Hubâb risâlesinde tab‘ edilmişdir.” (R-16, 17)) (32) (Lem’alar, 1999, s.287)
(R-16: 1920’lerde Ankara Kal’ası)
(R-17: Mezkûr “Fârisî Münâcât”, Hubâb Risâlesi’n 16. sayfasının altından başlıyor..
ve 17. sayfanın altında “Namaz Beyannâmesi”nin baş kısmı.)
Üstâd’ı çok hüzünlendiren bir durum da Abdurrahmân’ın kendisinden ayrılmasıdır:
“Bir zaman, Isparta vilâyetinin Barla nâhiyesinde, nefiy nâmı altında işkenceli bir esâretle, yalnız ve kimsesiz, bir köyde ihtilâtdan ve muhabereden men‘ edilmiş bir vaz’iyyetde, hem hastalık, hem ihtiyarlık, hem gurbet içinde gāyet perîşân bir hâlde iken, Cenâb-ı Hak kemâl-i merhametinden, Kur’ân-ı Hakîm’in nüktelerine, sırlarına dâir benim içün medâr-ı teselli bir nûr ihsân etmişdi. Onunla o acı, elîm, hazîn vaz’iyyetimi unutmaya çalışıyordum.
Vatanımı, ahbâbımı, akāribimi unutabiliyordum. Fakat, vâ hasretâ, birisini unutamıyordum. O da hem birâderzadem, hem ma‘nevî evlâdım, hem en fedakâr talebem, hem en cesur bir arkadaşım olan merhûm Abdurrahman idi. Altı yedi sene evvel benden ayrılmıştı. Ne o benim yerimi biliyor ki yardıma koşsun, tesellî versin; ve ne de ben onun vaz’iyyetini biliyordum ki onunla muhâbere edeyim, dertleşeyim. Benim bu ihtiyarlık vaz’iyyeti zamânımda öyle fedakâr, sâdık birisi bana lâzımdı.” (33) (Lem’alar, 1999, s.301)
Ankara’da neşrettiği eserler
(R-18: Zeyl-üz-Zeyl, 1338/1341/1922, Ankara Yenigün Matbaası)
(R-19: Hubâb, 1339/1341/1923, Ankara Ali Şükrü Matbaası)
Medresetü’z-Zehrâ projesinin sonu
Ve nihâyet uzunca bir fâsıladan sonra Medresetüzzehrâ kānun teklîfi, Diyânet İşleri ve Evkāf Encümeni’nce, “muâmeleye mahal olmadığından reddine” karar verilerek 29.11.1341/1925 târîhinde Hey’et-i Umûmiyye’ye arzedilir (R-20).
(R-20: 29.11.1341/1925 târihli “Diyânet İşleri ve Evkāf Encümeni” mazbatası. / ABIBSNİŞ-I, s. 865)
2 Aralık 1925’de, mezkûr mazbata kabûl olunarak ilki, Harb-i Umûmî sebebiyle akīm kalan Medresetüzzehrâ teşebbüsü yine akīm kalır... (R-21, 22) (34) (ABIBSNİŞ-I, s.865, 863, 864 ; ABIBSNİŞ-II, s.428, 429)
(R-21a: 2 Kânûnievvel 1341/1925 târihli TBMM Zabıt Cerîdesi, ABIBSNİŞ-II, s.428)
(R-21b: 2 K.evvel 1341/1925 târihli TBMM Zabıt Cerîdesi'nin ilgili yerleri. / ABIBSNİŞ-II, s. 429)
(R-22: 2 Kânûnievvel 1341/1925 târihli TBMM Zabıt Cerîdesi’nde ilgili yerlerin yeniyazı sûreti. / ABIBSNİŞ-I, s. 863, 864)
TAVZÎH: http://www.yeniasya.com.tr/bilal-tunc/tavzih_301968
1922-1926 yıllarının Bâzı Mühim Hâdiseleri:
1 Kasım 1922: Saltanatın kaldırılması.
7 Kasım 1922: Bedîüzzamân’ın Ankara’ya gelişi.
9 Kasım 1922: Bedîüzzamân’ın TBMM’de Hôş-âmedî ile karşılanması (R-4, 5).
17 Kasım 1922: Son pâdişah Vahîdeddîn'in bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul'dan ayrılması.
18 Kasım 1922: Abdülmecîd’in Halîfe seçilmesi.
20 Kasım 1922: Lozan Konferansı’nın başlaması.
23 Kasım 1922: Bedîüzzamân’ın Mustafa Kemâl’e mektup yazması (R-6).
25 Kasım 1922: Bedîüzzamân/Mustafa Kemâl münâkaşası.
Aralık 1922: Bedîüzzamân’ın “Zeylü’z-Zeyl” isimli eserinin basımı (R-18). (Yeni Gün Matbaası)
14 Ocak-20 Şubat 1923: Mustafa Kemâl’in, Batı Anadolu gezisi.
19 Ocak 1923: Bedîüzzamân’ın Meb’ûslara Namaz’a dâir Beyannâme neşri.
1923 başları (Mayıs öncesi): Bedîüzamân’ın “Hubâb (Habâb)” isimli eserinin basımı (R-19). (Ali Şükrü Matbaası)
4 Şubat 1923: Lozan Konferansı, önemli noktalardaki uyuşmazlıklar sebebiyle kesildi.
17 Şubat 1923: Van’da Medresetüzzehrâ adında bir Dâr-ül-Ulûm-i İslâmiyye kurulması için kānun teklifi hazırlanması. (R-7)
19 Şubat 1923: Medresetüzzehrâ kānun teklifinin Meclis Başkanlığına verilmesi.
19 Şubat 1923: Mustafa Kemâl, İsmet Paşa ile birlikte Ankara'ya gitti (R—23, Madde-17).
(R-23: Büyük Doğu Mecmûası 6 Ekim 1950, sayı 29’da yayınlanan “İsmet Paşa ve Lozan’ın İçyüzü” adlı makāleden.)
21 Şubat 1923: Medresetüzzehrâ kānun teklîfinin Meclis’de görüşülerek Lâyıha Encümeni’ne havâlesi(R-8, 9, 10).
27 Şubat 1923: TBMM’de Lozan Konferansı üzerinde gizli oturumda görüşmeler yapıldı.
22 Mart 1923: Mustafa Kemâl’in Mevlâna Türbesi'ni ziyâreti.
27 Mart 1923: M. Kemâl muhâlifi Milletvekili ve gazeteci Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi.
1 Nisan 1923: TBMM’de seçimin yenilenmesi karârı.
16 Nisan 1923: Birinci TBMM çalışmaları sona erdi.
17- 31[21] Nîsan [1 Mayıs] 1339/1923 Bedîüzzamân’ın Ankara’dan ayrılması (R-15).
23 Nisan 1923: Lozan Konferansı'nın ikinci devresi başladı.
24 Temmuz 1923: Lozan Barış Andlaşması, imzâlandı.
(R-24: Büyük Doğu Mecmûası, 6 Ekim 1950, sayı 29)
(R-25: Büyük Doğu Mecmûası, 6 Ekim 1950, sayı 29)
11 Ağustos 1923: T.B.M.M.'nin ikinci dönemi başladı.
23 Ağustos 1923: Lozan Andlaşması TBMM’de tasdik edildi.
6 Eylûl 1923: Medresetüzzehrâ teklîfinin Lâyiha Encümeni’nce Hey’et-i Umûmiyye’de görüşülmek üzere arzı (R-12).
12 Eylûl 1923: Meclis’de görüşülen Lâyiha Encümeni mazbatasının Şer’iyye ve Maârif Encümenlerine sevki (R-13, 14).
2 Ekim 1923: İtilaf Devletlerinin son birlikleri İstanbul'dan ayrıldı.
6 Ekim 1923: Şükrü Naili Paşa komutasındaki Türk birlikleri İstanbul'a girdi.
29 Ekim 1923: Cumhuriyet îlân edildi. M.Kemâl Paşa’nın Cumhurbaşkanı seçildi.
3 Mart 1924: Hilafet kaldırıldı. Tevhîd-i Tedrîsât Kānunu kabûl edildi.
3 Mart 1924: Şer‘iyye ve Evkāf Vekâletleri kaldırıldı.
30 Mart 1924: Mehmed Rifat (Börekçi), Diyânet İşleri Reîsliğine atandı.
20 Nisan 1924: Yeni Anayasa kabûl edildi.
29 Temmuz 1924: Bedîüzzamân’ın Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldığına dâir Vâlilik yazısı.
6 Eylûl 1924: Bedîüzzamân’ın Van’a son gelişi.
9 Şubat 1925: Diyânet İşleri Reisliği tarafından Bedîüzzamân’a vâizlik kadrosu verilmesi (R-26).
(R-26: Bedîüzzamân’a Vâizlik kadrosu verildiğini gösteren Diyânet İşleri Reîsi Rifat Börekçi’nin bir yazısı / ABSNİŞ-II, s.507)
9 Şubat 1925: Deli Hâlid Paşa’nın TBMM’de vurulması (Ölümü 14 Şubat). M. Kemâl muhâlifiydi..
13 Şubat 1925 - 15 Nîsan 1925: Şeyh Saîd ayaklanması.
4 Mart 1925: Takrîr-i Sükûn (huzur ve güveni sağlama, anarşiyi önleme) Kānûnu kabûl edildi.
9 Mart 1925: 6 Mart'ta Bakanlar Kurulu Kararı ile kapatılan dört gazeteden sonra bugün iki gazete daha kapatıldı.
3 Haziran 1925: Terakkîperver Cumhûriyet Fırkası Bakanlar Kurulu Karârı ile kapatıldı.
29 Haziran 1925: Şeyh Saîd ile 46 adamı Diyarbakır İstiklâl Mahkemesi'nce îdâma mahkûm edildi.
23 Ağustos 1925: İstanbul'da Sarayburnu'nda Mustafa Kemâl'in ilk heykeli dikildi.
2 Eylül 1925: Tekke ve Zâviyeler kapatıldı.
4 Eylül 1925: İstanbul'da bir baloda Türk Kadınları ilk kez güzellik yarışmasına katıldı.
25 Kasım 1925: Şapka İktisâsı Hakkında Kānûn kabûl edildi.
29 Kasım 1925: Medresetüzzehrâ kānun teklîfi, Diyânet İşleri ve Evkāf Encümeni’nce, “muâmeleye mahal olmadığından reddine” karar verilerek Hey’et-i Umûmiyye’ye arzedildi (R-20) ..
2 Aralık 1925: Mezkûr mazbata kabûl olunarak, kānun teklîfi reddedildi ve ilki, Harb-i Umûmî sebebiyle akīm kalan Medresetüzzehrâ teşebbüsü yine akīm kaldı (R-21, 22).
4 Şubat 1926: İskilipli Âtıf Hoca’nın îdâmı.
1 Mart 1926: Bedîüzzamân’ın Van’dan Batı Anadolu’ya sürülmesi.
|
DİPNOTLAR:
(1)- http://www.risaletashih.com/index.php/ihzariye/58-rumi-takvim-ve-tarihler.html
(2)- http://www.nvi.gov.tr/Files/File/Mevzuat/Nufus_Mevzuati/Kanun/pdf/bazi_ay_adlarinin_degistirilmesi_hakkinda_kanun.pdf
(3)- http://www.risaletashih.com/index.php/siir-kosesi/657-esaret-guezergahib-tunc.html
(4)- http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/801-bediuezzaman-d-hkmet-ve-bazi-belgeler.html
(5)- ABIBSNİŞ(*)-II , s.256, 257, 259 ; Eski Saîd Dönemi Eserleri, 2009, Tulûat, s. 573
(*): Arşiv Belgeleri Işığında Bedîüzzamân Saîd Nursî ve İlmî Şahsiyeti, Prof. Dr. A. Akgündüz
(6)- http://www.risaletashih.com/index.php/musahhah-metinler/830-bediuezzamanin-tarhce-hayati.html
(7)- http://tarihvemedeniyet.org/2009/10/ankara-vilayeti/
(8)- Târihçe-i Hayât, 1998, s.559
(9)- Şuâ‘lar, 1994, s.314
(10)- Emirdağ lâhikası, 1998, s.248
(11)- Şuâ‘lar, 1994, s.393
(12)- http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/762-br-aciklama
(13)- Şuâ’lar, 1994, s.314
(14)- http://www.yeniasya.com.tr/haber_detay2.asp?id=1580
(15)- http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/136-bediuezzamanin-hayatindan-tesbtler.html
(16)- ABIBSNİŞ-II, s.390-400
(17)- http://www.risaletashih.com/index.php/siir-kosesi/645-bir-bediuezzamanm-kemal-goeruemesi-belges
(18)- http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay.asp?id=284
(19)- Emirdağ Lâhikası, 1998, s.214
(20)- Lem’alar, 1999, s.239
(21)- http://risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/805-hubab-m-zeyluezz-zeyl-mi.html
(22)- Şuâ’lar, 1994, s.314
(23)- Târihçe-i Hayât, 1998, s.194, 195
(24)- Emirdağ Lâhikası, 1998, s.456
(25)- Şuâ’lar, 1994, s.272
(26)- Târihçe-i Hayât, 1998, s.128, 129
(27)- ABIBZSNİŞ-I, s.854, 855, 856
(28)- ABIBSNİŞ-II, s.428 ; ABIBSNİŞ-I, s.858, 859
(29)- ABIBSNİŞ-I, s. 851, 852
(30)- ABIBSNİŞ-I, s.860, 861, 862
(31)- http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/136-bediuezzamanin-hayatindan-tesbtler.html
(32)- Lem’alar, 1999, s.287
(33)- Lem’alar, 1999, s.301
(34)- ABIBSNİŞ-I, s.865, 863, 864 ; ABIBSNİŞ-II, s.428, 429)
Bilal Tunç / [email protected]