Kont Henry De Katsri, “İslâmiyet” ünvanlı eserinde diyor ki:
Kur’ân’ın vahiy meselesi, hakikaten mudil bir meseledir, çünkü âlimler onu halledemiyorlar. Bizim aklımız ise, bir ümminin böyle sözler söylemesi karşısında hayret ediyoruz. Bütün şark, biz insanın lâfzan, yahut manen Kur’ân’a bir nazire vücuda getiremeyeceğini itiraf etmektedir. Bu o kelime-i İlâhiye’dir ki Hazret-i Ömer gibi bir insanı hoşnud etmiş ve onu iman ile siyrab eylemiştir. Yine bu o kelimedir ki Hazret-i Cafer onun Hazret-i Yahya’ya taallûk eden âyetlerini Habeş Necaşi’sinin huzurunda okuduğu zaman Necaşi’nin papazları ağlamışlar ve “bu öyle bir sözdür ki onun menbaı Hazret-i Mesih tarafından söylenen sözlerin membaıdır.” demişlerdi.
Hazret-i Muhammed (asm), Kur’ân’ı risaletinin burhanı olarak takdim etti. O zamandan beri, Kur’ân, bütün kuvay-ı beşeriye’nin tılsımını çözmekten âciz kaldığı muazzam bir sır olarak yaşamıştır. İslâmiyet’in Asya’da ve şimali Afrika’da ve sair yerlerde intişarının diğer bir sebebi vardır. İslâmiyet, yeni dini kabul edenlerin canlarını ve mallarını sıyanet ediyor, aynı zamanda âbâ ve ecdadın dininde sebat etmek isteyenlere de Müslümanların haiz oldukları hukukî bir verginin tediyesi mukabilinde, temin eyliyordu. Kur’ân’ın ifadesi bu manada idi ve Hulefay-ı Raşid’in Kur’ân’ın ifadeleri dairesinde hareket etmişlerdi.
İslâm hâkimiyeti altında yaşayan Hıristiyanların işine karışan olmuyordu. Müslümanlığı kabul eden Hıristiyanlar, hiçbir suretle Müslümanlığı kabul etmeyenlere tercih olunmuyorlardı. Bu muamelenin tatbikini Kur’ân emrediyor ve Müslümanlar bu emre imtisal ediyorlardı.”
(1) İslâmiyet unvanlı eserin en benam ricalinden merhum Fethi Zağlûl Paşa tarafından Arapça’ya tercüme olunmuş ve İslâm âleminin her tarafında okunmuştur.