Said Nursî; hem Meşrutiyetin, hem de 31 Mart’ın canlı şahididir.
Ve eserlerinin muhtelif yerlerinde, 31 Mart’ın iç yüzünü deşifre edecek bilgiler paylaşmıştır. Ki, sonuçta Mahmut Şevket Paşa’nın kurduğu Divan-ı Harp Mahkemesi’nde ‘31 Mart olayından’ yargılanarak beraat etmiştir.
Dolayısıyla tarih araştırmacılarının bize göre, bilerek gözardı ettiği Said Nursî; tarihî bulgular için bizim açımızdan son derece önemli bir şahsiyettir.
Said Nursî’nin 31 Mart ile ilgili bütün beyanları, Divan-ı Harp Mahkemesi’nde yaptığı savunmayla kitaplaştırdığı ‘Divan-ı Harb-i Örfi’ isimli eserinde mevcuttur. Ayrıca Doğu bölgesindeki aşiretler arasında kendisine sorulan sorularda da zaman zaman 31 Mart’a atıfta bulunduğundan oradan da bilgi sahibi olabiliyoruz.
Binaenaleyh, Sultan Abdulhamid’in II. Meşrutiyet Dönemini ve o dönemde vukua gelen olaylar zincirini, kuruluşları, kurumları, faaliyetleri gün yüzüne çıkarmak isteyenlerin başvuracakları bana göre en temel kişilik ve kaynak Bediüzzaman’dır.
Zira tarih araştırmacılarının kaydettiğine göre; bu dönemle ve 31 Mart’ la ilgili Said Nursî’nin değindiği bazı konulara hiçbir kaynakta rastlanılmamıştır.
Bediüzzaman; 31 Mart’ın yedi sebebini sayar.
Bunlar:
1- Gösteriye, olaylara karışanların yüzde doksanı İttihat Terakki Cemiyeti’nin (İTC) baskı, istibdat ve tahakkümüne karşı çıkan ve İTC aleyhinde olanlardı.
2- STK’ların aralarında anlaşamadığı birkaç tane vekil veya bakanın görevden azillerini istemekti.
3- Sultan Abdülhamid’i sahiplenmek ve onu makamından düşürmemekti.
4- Askeriye içerisinde, dinî örf aleyhine konuşulmasını men etmekti.
5- Hasan Fehmi cinayetinin zanlısının ortaya çıkarılmasını istemekti.
6- Ordudan atılan zabitanın tekrar görevlerine avdetini sağlamaktı.
7- Kısas ve el kesme cezalarının uygulanmasını istemekti. (Avamın dinden anladığı da zaten buydu.)
Burada Bediüzzaman, çok önemli bir tespiti gündeme taşıyor:
Ve bu tespitler başka kaynaklarda geçmiyor.
Aynen şöyle der:
“Fakat zemin bataklık ve dâm ve plan serilmişti. Mukaddes olan itaat-i askeriye feda edildi.’’
Devam ediyor:
‘’Elhasıl: sekiz dokuz ayda gazetelerin heyecan verici neşriyatıyla ve fırkaların cemiyetlere fedai yazmakla ve inkılabı vücuda getiren zevatın tahakkümatıyla ve itaat-i askeriyeye münafi olan hürriyet-i mutlaka efrada sirayetle ve âdâb-ı diniyeye muhalif zannettikleri şeyleri bazı dikkatsizlerin efrada telkinatıyla ve itaat bozulduktan sonra müstebitler, cahil mutaasıplar, dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan olanlar, iyilik zannıyla o bataklık zeminde tohum ekmeye başlamasıyla ve devletin umum siyaseti cahil efradın elinde kalmakla ve bir milyon fişek havaya atılmakla ve dahil ve hariç müddeiler parmak vurmakla ortalık anarşistlik haline girdiğinden, bu hadisenin istidad-ı tabisi, hercümerc ve müdahale-i ecnebi iken; min indillah, ism-i şeriat, o müteaddit sebeplerden çıkan ervah-ı habise ve münteşireyi yuvalarına irca ile, on üç asırdan sonra bir mucize daha gösterdi.’’5
Bediüzzaman’a ait olan bu veciz cümlelerde; Meşrutiyet algısını, kavramını, yönetimini nasıl katlettiğimizin resmi vardır.
Bu veciz cümlelerde; 31 Mart Hadisesi’nin nasıl meydana geldiğinin ve 31 Mart‘a nasıl zemin hazırlandığının işaretleri ve sebepleri vardır.
Bu hadisede Said Nursî’yi korkutan; yabancı bir işgalin yaşanmamasının gerekçesi; ‘şeriatın bir mucizesidir’ tespiti gerçekten anlamlıdır.
Bu söylemle birlikte, üç gün sonra şerirli kişilikler ve ruhlar tekrar rücu ettiler, yuvalarına döndüler diyor, Bediüzzaman.
Meydanlarda sükunet sağlanmakla birlikte, çıktığı Selanik’e rücu etmeyen bir Hareket Ordusu var.
Biz, Bediüzzaman üzerinden olayları okumaya ve büyük resmi çekmeye gayret edeceğiz.
23 Temmuz 1908’de Meşrutiyetin ilanıyla birlikte onlarca gazete yayın hayatın atıldı.
Hemen hemen her gazete, bir grubu, bir fikri, bir topluluğu temsil ediyor görüntüsü veriyordu. Ve bunların hepsi de meşrutiyeti ve hürriyeti savunuyordu.
33 sene süren bir istibdattan sonra gelen bu hürriyet havası, adeta bir baş dönmesi yaşattı.
Meşrutiyet öncesi hürriyete aşırı bir özlem ve düşkünlük vardı.
Namık Kemal’in Hürriyet kasidesini hatırlayın:
‘Ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet./ Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten.’ diye başlayan şiirler yazılıyordu.
Bediüzzaaman’ın Hürriyet’e Hitabı’nı hatırlayın:
Bu hitap sanki hürriyetin, sanki meşrutiyetin manifestosu gibidir:
‘’Ey Hürriyet-i Şer’i! Öyle müthiş ve fakat güzel müjdeli bir sada ile çağırıyorsun, benim gibi bir şarklıyı tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet, zindan-ı esarette kalacaktık.’’
Şark’ta aşiretleri gezerken, Bediüzzaman’a soruyorlardı:
‘’Ey Seyda İstanbul’a gittin. Bu inkılab-ı azimi gördün. Mühim işler içine girdin. Bize ne getirdin?’’
“Müjde getirdim. Size cemi kuvvetimle bütün kuvvetimle, yalnız Kürdistan’a değil, belki âleme işittirecek tarzda bağırarak müjde veriyorum ki; umum İslam’ın, lasiyyema Osmanilerin, bahusus Ekradın saadetinin fecr-i sadıkının geldiğini, hatta Başid başında görüyorum.’’ 6 diyordu.
‘’Toplumun meşrutiyet özlemi o kadar güçlüydü ki, özgürlük romantizmine kapılan Şair Eşref bile Meclis açılsın da, içine kim dolarsa dolsun istiyordu:
“Var bize lüzumu meclis-i mebusanın
İçine dahil olanlar ne olursa olsun
Doksan Üç Vak’asını eylemesin tanzir
İsterse yüzde doksan üçü eşşekle dolsun.’’ 7
Hürriyet ve Meşrutiyet böyle bir şeydi. Böylesine heyecana sebep oluyordu.
Dipnotlar:
5-Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfi, YAN. s. 45 6-Bediüzzaman Said Nursî, Münazarat, YAN. s. 20
7-Osman Selim Kocahanoğlu, 31 Mart Ayaklanması ve Sultan Abdülhamid, Temel Yay., s.17