Birtakım memurlar henüz bu yeni inkılâba alışamayıp, eski alışkanlıklarına devam etmektedirler. Memurların eski hali devam ettiren uygulamalarını meşrûtiyet olarak algılamanın doğru olmadığını söyleyen Bediüzzaman; esas hükümetin ilân ettiği ve uygulamada hedef olarak gösterdiği ‘Meşrû Meşrûtiyet’i anlatmaya başlıyor.
Bediüzzaman’a göre meşrûtiyet; Kur’ân-ı Kerîm’de geçen iki âyet-i kerîmenin tecellisidir. O âyetler; Âl-i İmran Sûresi’nde geçen ‘işlerde onlarla istişare et’ ve Şûrâ Sûresi’nde geçen ‘Onların aralarındaki işleri istişare iledir.’ âyetleridir.
Bu açıdan; meşrû meşrûtiyet, meşveret-i şer’iyedir. (Meşrûtiyet şer’i bir meşverettir.) Bu şeraite ait olan meşveret, kuvveti veya kuvvetli olanı değil; hakkı ve haklı olanı gözetir. Bilgiye dayalıdır. Dilinde, söyleminde husûmet ve düşmanlık yerine, muhabbet vardır. Şahısları veya şahsın sözlerini kanun olarak kabul etmez, ortak aklın ürünü olan kanun hâkimiyetini esas alır.
BEDİÜZZAMAN’IN ZİYARET ETTİĞİ AŞİRETLER
Bediüzzaman; 30 Nisan 1909’da tevkif edilip tutuklandıktan sonra, Divan-ı Harb-i Örfî Mahkemesi’nde yargılanarak beraat etti. 23 Mayıs 1909’da tahliye oldu. 1910’da Batum ve Tiflis üzerinden Van’a dönerek; “Hürriyetin (II. Meşrûtiyet) üçüncü senesinde aşairler (aşiretler) arasında meşrûtiyet-i meşrûayı (sınırlarını şeriatın tayin ettiği Meşrûtiyet) aşaire (aşiretlere) tam bildirmek ve kabul ettirmek için Ertuş aşairi içinde hususan Küdan ve Mamhuran’a ders vermiştir.’’ 1
Bahsi geçen Ertuşî aşireti, Hakkâri merkezli olup 12 aşireti bünyesinde barındıran Van’dan Hakkâri ve Duhok’a kadar yaygın bir aşirettir.
Küdan (Gewdan, Gevedan) aşireti; Van, Hakkâri, Şırnak yörelerinde yaygın olan; ağırlıklı olarak Çatak, Gürpınar, Van; büyük kısmı da Şırnak, Beytüşşebap sınırları içerisinde yaşayan bir aşirettir. Küdan (Gewdan) aşireti Artuşîlerin bir koludur. Bediüzzaman’ın eserlerinde geçen Feraşin köylüleri de Gewdan’dır. Hakkâri, Şırnak, Van ve Duhok’ta yerleşik durumda olan Mamhuran aşireti de Ertuşîlerin bir koludur. Buradan da anlıyoruz ki Bediüzzaman; çok geniş bir coğrafyada aşiretlere meşrûtiyet dersini vermiştir.
MEŞRÛTİYETİN BİR ADIM İLERİSİ: MEŞRÛTİYET-İ MEŞRÛA
Meşrûtiyet Dönemi’nin düşünürlerinden olan Ali Suavi de anayasal monarşi için usûl-i meşveret kavramına yer verirken idare biçimlerini ikiye ayırıyor ve şeriata bağlı olan, şeriatın sınırını tayin ettiği mertebeye kadar tasarrufta bulunabilen idareleri ‘hükümet-i mukayyede’ ya da ‘hükümet-i Meşrûta’ olarak tanımlıyordu. 2
“Meşrûtiyet-i meşrûa” Bediüzzaman için önemli bir kavramdır. O, meşrûtiyeti bir adım daha ileri götürerek sınırlarını şeriatın çizdiği meşrû olan meşrûtiyeti ders vermektedir. Hükümetin Meşrûtiyeti ilân ederken hedefinin de meşrûtiyet-i meşrûa olduğunu söylemektedir.
Bediüzzaman meşrûtiyet için: “Meşrûtiyet-i meşrûa Şeriat dairesindeki hürriyettir.” 3 ve “Şeriatın meslek-i hakikîsi, hakikat-i meşrûtiyet-i meşrûadır. Demek meşrûtiyeti, delâil-i şer’iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklidî ve hilâf-ı şeriat telâkki etmedim.” 4 demektedir.
1908’de Meşrûtiyet’in ilânından hemen sonra Selânik’te okuduğu Hürriyet Hitabında “Yeni hükümet-i meşrûtamız mu’cize gibi doğdu.” 5 diyerek; yeni kurulan hükümeti, şeriat dairesinde meşrû hükümet olarak gördüğünü de ifade etmektedir.
Meşrûtiyetin millet hâkimiyeti olduğunu söyleyen Said Nursî; “Siz hâkim oldunuz, meşrûtiyet bütün kavimlerin saadetine sebep olacaktır.” diyor. Meşrûtiyetin şevk kaynağı olacağını ve insandaki yüce hisleri uyandıracağını ifade ederek; “Artık uyuduğunuz yeter, uyanın!” diyerek; meşrûtiyetin insanı hayvanlıktan çıkarıp insan mertebesine yükselteceğini haber veriyor.
“Ehl-i dünyanın ve maddî tarihin nazarıyla, nev-i beşerin hayat-ı içtimaiyesi noktasında bakılsa, görülüyor ki hayat-ı içtimaiye-i siyasiye itibariyle; beşer, birkaç devri geçirmiş. Birinci devri vahşet ve bedevilik devri, ikinci devri memlûkiyet devri, üçüncü devri esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi malikiyet ve serbestiyet devridir.
Vahşet devri dinlerle, hükümetlerle tebdil edilmiş; nimmedeniyet devri açılmış. Fakat nev-i beşerin zekileri ve kavîleri, insanların bir kısmını abd ve memlûk ittihaz edip hayvan derecesine indirmişler.” 6 tesbiti de Bediüzzaman’a ait olup, kendisi Meşrûtiyetin insanı hayvanlıktan, kölelikten, sürü olmaktan çıkaracağını ifade etmektedir.
İstibdat ve baskı dönemlerinde insanların köle muamelesine tabi tutulduğu, onlara esir muamelesi yapıldığına tarih şahitlik etmektedir. Esirlik ve kölelik devirlerinde tek adamın idaresi altında, krallık dönemlerinde insana sürü ve hayvan muamelesi yapıldığı aşikârdır. İnsanlar tıpkı bir hayvan gibi kullanılıyordu. Yük taşıyan, yük altında eziyet gören hayvanla bir kölenin ne farkı vardı ki?
İnsanlar meşrûtiyetle, parlamenter sistemle kölelikten kurtularak rey sahibi olmuşlardır. Kendileri de yönetime reyleriyle ortak olmuşlardır. Hürriyet ve özgürlük ortamına geçerek; insanlık, insan olduğunun farkına vardı.
Bediüzzaman’ın bunu söylediği dönemde, bütün İslâm dünyası ya esaret ya işgal altındaydı. Vâesefâ ki İslâm ülkeleri işgalden kurtulduktan sonra da maalesef meşrûtiyetle değil de yine krallık ve tek adam idareleri altında yaşamaya devam ettiler.
Bediüzzaman; meşrutî idarenin bütün Asya milletlerinin ve İslâm’ın bahtını, talihini açacağını ifade ediyor:
“Meşrûtiyet Osmanlı’nın ömrünü uzatarak onu ebedî kılacaktır” müjdesiyle aşiretlerin bu konuda ümitsizliğe düşmemelerini tavsiye ediyor. Meşrûtiyeti Nuh’un gemisine benzeten Said Nursî; Kürtleri bu gemiye dâvet ediyor ve Kürtlerin meşrûtiyet gemisinde emniyette olacaklarını söylüyor.
“Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna, ‘yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma’ diye seslendi.” 7
Nasıl ki Hz. Nuh’un gemisine binenler yok olmaktan, tufandan kurtuldularsa; meşrûtiyeti kabul eden ve uygulayan kavimler de yok olmaktan ve kölelikten kurtulacaklardır.
Meşrûtiyet herkesi, her ferdi padişahlık makamına yükseltmiştir. Üstadımız: “Siz de bu haklarınıza meşrûtiyete sahip çıkmakla sahip olabilirsiniz.” diyerek; meşrûtiyetin üç yüz milyon Müslüman nüfusunu tıpkı bir aşiret gibi birbirlerine rabtedeceğini, bağlayacağını haber veriyor. Bu bağı meşrûtiyet vasıtasıyla muhafaza etmelerini salık vererek, meşrûtiyete Kürtlerin sahip çıkmalarını ve meşrûtiyeti benimseyerek kabul etmelerini öğütlüyor.
“II. Meşrûtiyet Türkiye’de çağdaş anlamda siyasetin başlangıcını oluşturdu. Anayasal düzen, parlamenter hayat, temel hak ve hürriyetler, siyasî partiler, kamuoyu ve hür basın II. Meşrûtiyet’le şekillenmeye başladı. Meşrûtiyet’in Türk siyasî hayatına getirdiği en mühim yeniliklerden birisi ‘Millî Hâkimiyet’ prensibidir.” 8
Meşrûtiyet bağını muhafaza etmelerini söyleyen Bediüzzaman bu konudaki gerekçesini açıklıyor:
Meşveret sistemi yani Meşrûtiyet; istibdatın kapattığı, üstünü örttüğü perdeyi kaldırdı. Bu perde kalktıktan sonra milliyet göründü. Osmanlı memalikindeki (memleketlerindeki) her kavim, kendi milletinin farkına vardı. Bu farkına varışla birlikte millet olma bilinci gelişmeye başladı. Bu sadece Türklerde değil diğer kavimlerde de, Araplarda da, Kürtlerde de ortaya çıktı.
“II. Meşrûtiyet’in ilânından sonra ortaya çıkan hürriyet ortamında ise Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Milliyetçilik olmak üzere üç anlayış da birlikte var olmuştur. Yine de İmparatorluğun dağılma süreçleri boyunca, siyasî ve düşünsel fikir hareketlerinin etkinliği bakımından, Osmanlıcılıktan İslâmcılığa oradan da Milliyetçiliğe doğru giden bir çizginin bulunduğunu söyleyebiliriz.” 9
Bu millet oluş ve milliyet içerisinde İslâmiyet parlamaya başladı. Meşveret (Meşrûtiyet) herkese söz hakkı verdiği için, milletin hürriyetine vesile oldu. Bir millet çokluğuyla iftihar eder. En sağlam nokta-i istinad (dayanak noktası) İslâmiyet milletidir. İslâm olmadan milliyet kuru bir dâvâdan öteye geçemezdi.
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâh. YAN, s. 343.
2- Şükrü Hanioğlu, TDV İslâm Ansiklopedisi, “Meşrûtiyet”.
3- Bediüzzaman Said Nursî, Beyanat ve Tenvirler, YAN, s. 53.
4- B. Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî, YAN, s. 22.
5- B. Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, YAN, s. 47.
6- B. Said Nursî, Mektubat, YAN, s. 353.
7- Hud Sûresi, 42.
8- Ar. Gör. İhsan Burak Birecikli, “Yüzüncü Yılında Meşrûtiyet’in Üzerine Bir İnceleme”, Gazi Ünv, SBE, Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı.
9- Dr. Ar. Gör. Ahmet Çetintaş, II. Meşrûtiyet Devri ve İslâmcılık Bağlamında Volkan Gazetesi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 11, s. 56, Nisan 2018.