Burada Bediüzzaman’ın bahsettiği bin ay; seksen üç seneye karşılık gelmektedir.
Bedüzzaman’ın aşiretlere verdiği ders 1910 yılında olduğuna göre seksen üç sene sonra 1993 senesine tekabül edecektir.
1993 senesi Türkiye’de sıkıntılarla anılan senelerden olacaktır.
12 Eylül 1980 İhtilâli sonrası; memlekette sağcı-solcu, devrimci-ülkücü, Alevî-Sünnî, suçlu-suçsuz ne kadar genç varsa, memleket hapishanelerinde işkence altında yaşamak zorunda bırakıldı.
O gün ve bugün Kürt gençlerini bu vatandan, bu devletten koparmanın en acımasız oyunları hapishanelerde oynandı. Özellikle Diyarbakır Cezaevi işkencenin odak noktası oldu. Hapishanelerde gördüğü işkencelerden sonra tahliye olan Kürt gençliği, amansız bir şekilde vatana ve devlete düşmanlık fikirleriyle doldu. 12 Eylül kahpe ihtilâlinin ürünü terör örgütleri Kürtler arasında yuvalanmaya başladı. Bunun acı meyvesi 1993 senesine tekabül etmektedir.
1993’te neler oldu?
DYP-SHP KOALİSYON HÜKÜMETİ
Meşrûtiyet ve yeniden demokrasi adına ayağa kalkarken 12 Eylül’ün insanlık onuruna yakışmayan maddeleri gündeme gelerek hükümet tarafından değiştirilmek istendi.
“Anayasayı tümden değiştirme çabaları 1993 yılında başlamıştı. TBMM’de temsil edilen siyasî partiler tarafından 1993 yılının başlarında ‘anayasa değişikliği teklifleri’ hazırlanmıştır. Bu teklifle Mart 1993’te TÜSİAD tarafından tam metin olarak bir anayasa değişikliği önerisi hazırlanmıştır. Yine aynı yıl içinde TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, TİSK, ve Basın Konseyi tarafından Anayasa değişikliğine ilişkin genel öneriler hazırlanmıştır. Bu sürecin sonucunda tümden bir anayasa değişikliği gerçekleşmemiş de olsa 1995 ve 2001 yıllarında kapsamlı Anayasa değişiklikleri gerçekleşmiştir.’’ 1
1993 yılında merkez sağ parti DYP ile merkez sol parti SHP arasında kurulan koalisyon hükümeti iyi bir başlangıçtı. Yukarıda bahsi geçen anayasa değişiklikleri bu partilerin hükümeti döneminde gündeme geliyordu.
EŞKİYALIK ŞEKİL DEĞİŞTİRDİ
Ama ne yazık ki meşrûtiyetin, demokrasinin önü her on senede bir ihtilâl eşkiyaları tarafından kesildiği gibi 1993 senesinde de Türkiye’de bu kez çok farklı bir tezgâh kurarak, eşkiyalık şekil ve isim değiştirerek meşrûtiyetin yolunu kesiyordu. 1993 senesi terörün en acı ve karanlık yüzünün göründüğü sene olarak kabul edilir.
Gazeteci Uğur Mumcu bir suikaste kurban gitti. Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağı düştü ve o hayata veda etti. PKK, 25 Mayıs 1993 günü Bingöl-Elazığ karayolunda 33 silâhsız askeri şehit etti. 2 Temmuz 1993’te bu kez de yine kanlı terör örgütü PKK, Şırnak’ta Çelik Karakolu’nda 16 askeri şehit etti. 1993 Temmuz’unda Sivas Madımak Oteli’nde 33 kişi yakılarak katledildi. Yine, 5 Temmuz günü Erzincan Başbağlar Köyü’nde 33 masum köylü PKK tarafından kurşuna dizildi. 23 Ağustos’ta Iğdır’da 14 asker şehit edildi. 1993 senesinde, PKK’nın sivil vatandaşlara yönelik bunun gibi terör eylemlerinde onlarca sivil vatandaş vefat etti.
Tam da Bediüzzaman’ın belirttiği gibi meşrûtiyetin, demokrasinin önü eşkiyalar tarafından kesildi.
MEŞRÛTİYETİ KİMLER PARÇALAMAK İSTİYOR
Bediüzzaman’la aşiretler arasında meşrûtiyetle alâkalı soru-cevap şeklinde konuşmalar devam ederken konuyu özetleyerek onlara ne yapmaları gerektiğini (bilmana) haber veriyor: Bazı istibdat döneminde yaptıklarının cezasını meşrûtiyet döneminde hazmetmeyenler; bazısı başkasının etini yemekten dişi çıkarılanlar; bazısı Bektaşi gibi meşrûtiyete mani olmak için yanlış mana verenler Meşrûtiyetin yoluna çıkıp gasp ederek yağmalayarak meşrûtiyeti uygulanmaz hale getiriyorlar. Bunların dışında bazı geveze adamlar birtakım bahanelerle meşrûtiyeti parçalamak istiyorlar.
Bediüzzaman’ın bu ifadelerinde anlatılmak istenen olayların arka planına baktığımızda şunları görmekteyiz: “Rejim değişikliği gerçekleştiren ve Anayasa’nın yeniden ilân edilmesini sağlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC)’nin ilk icraatlarından biri, II. Abdülhamid dönemi kadrolarını temizleme çabasıdır. Devletin siyasî ve bürokratik üst düzey kadrolarında rüşvete ve yolsuzluğa bulaşmış, hafiyelik yapan isimlerin değiştirilmesiyle başlayan ve ardından daha alt seviyedeki memurları ve askerleri hedef alan tasfiye süreci, eski rejimin kalıntılarını ortadan kaldırmayı amaçlamaktaydı.” 2
“İTC kadroları idarede etkili olur olmaz tenkisata başlayarak 24 Temmuz’u izleyen birkaç gün içerisinde II. Abdülhamid döneminde yönetimde önemli görevlerde bulunmuş, çeşitli sebeplerle kötü bir şöhrete sahip isimleri tasfiye etti…” 3
“İstanbul’da ve taşrada yaşanan bu gelişmelerin bir karmaşaya ve asayiş sorununa yol açtığı açıktır.” 4
“Meşrûtiyetin ilânından sonra yapılan düzenlemelerin içinde gündemi en fazla meşgul eden konu, devlet dairelerinde yapılmasına karar verilen tensikat (kadro düzenlemeleri) idi.” 5
Bütün bu görevden almalar, İstibdat dönemi üst düzey kadrolarının ve görev değişikliklerine uğrayan memur tabakasının elbette hoşlarına gitmeyecek ve birtakım asayiş sorunu ve karmaşa da olacaktır.
Bediüzzaman’ın belirttiği gibi kendilerine uygulanan cezayı hazmedemeyenler elbette oldu ve asayiş bozucu olaylar vukua geldi. Başka bir deyişle de; eskiden alışagelenler, görevde suistimal yapanlar kadro dışı bırakılarak sanki Bediüzzaman’ın tabiriyle ‘dişleri çıkarıldı.’
“Yapılan incelemeler sonucunda, jurnalcilikle ve kötü ahlâk sahibi olmakla suçlanan bazı polis müfettişleri ve komiserleri açığa alındı.” 6
“Eskiden yapmış oldukları suistimaller veya yeni düzenlemeler nedeniyle meslekten çıkarılmış olan bazı polisler memuriyetlerine devam etmek için Zaptiye Nazırı Sami Paşa’ya baskı yapmaktaydı. Yapılan tensikattan memnun olmayan ve Sultanahmet Belediye Bahçesinde toplanan polis komiserleri İttihat ve Terakki yanlısı olarak niteledikleri Sami Paşa’yı istifaya zorladılar. Bunun üzerine istifasını sunan Sami Paşa’nın talebi sadrazam tarafından kabul edildi.” 7
“II. Meşrûtiyet’in ilânından sonra bir süre iktidarda doğrudan yer almasalar da; İTC yöneticilerinin talepleriyle önce en tepedeki isimler olmak üzere bürokrasiyi oluşturan memurlara ve ordu mensuplarına karşı bir temizliğe girişildi.” 8
Ayrıca Meşrûtiyeti yanlış yorumlayan, ona lâyık olmadığı tarzda mana yükleyen medrese öğrencilerinin ve din adamlarının varlığı da inkâr edilemez.
Bütün bunlar olurken, Bediüzzaman’ın altını çizdiği birtakım gevezeler de Meşrûtiyeti parçalamak için kendilerine bazı bahaneler bulmuşlardır.
31 Mart Hadisesi’ni bahane ederek İstanbul’a yürüyen ve idareye hakim olan Hareket Ordusu kadrolarının güdümünde oluşturulan hükümetlerin uygulamaları ile meşrûtiyetin ne alâkası vardı?
Bu kadrolar da, 31 Mart bahanesi ile Meşrûtiyeti parçalama gayreti içerisinde olmuşlar; Meşrûtiyet, isimden ve resimden ibaret kalmıştır.
İlânından sonra başına türlü gaileler açılan Meşrûtiyete Kürtlerin bir yol yapmaları gerekiyor veya meşrûtiyete bir balon yaparak onu Şark vilayetlerine getirmeleri gerekiyor.
Bediüzzaman kendisine sorulacak olan yeni bir soru üzerine, bu konuya biraz daha açıklık getirecektir.
Kaynakça:
1- Doç. Dr. Abdurrahman Eren, Yeni Anayasa Önerilerinde Genel Esaslar ve Temel Hak ve Özgürlükler, Anayasa Kurultayı, Prof. Dr. Yılmaz Ali Efendioğlu’na Armağan, Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi, Ankara Barosu Yayınları, 2010.
2- Yrd. Doç. Dr. Arif Kolay, II. Meşrûtiyet Döneminde Hariciye Nezaretinde Tenkisat ve Bürokratik Değişim (1908-1910), Dumlupınar Ünv. Fen-Edebiyat Fak. Tarih bl., Türkiyat Mecmuası, c, 27/1, 2017.
3- a.g.e.
4- a.g.e.
5- Dr. Nureddin Van, II. Meşrûtiyet’in ilânından sonra Polis Teşkilâtının Değişimi ve Dönüşümü, Dumlupınar Ünv. Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 34, Aralık 2012.
6- a.g.e.
7- a.g.e.
8- Yrd. Doç. Dr. Arif Kolay, II. Meşrûtiyet Dönemi’nde Hariciye Nezaretinde Tensikat ve Bürokratik Değişim, Türkiyat Mecmuası, c, 27/1, 2017. 4