Geçtiğimiz Şubat ayında Cümle Yayınlarından Ömer Erdoğan’ın hazırladığı Dünü ve Bugünüyle Ayane Söyleşileri / Türk Edebiyatına Çeyrek Yüzyıllık Bir Bakış adlı bir kitap çıktı. Kitap üzerinden Ömer Erdoğan’la bir söyleşi gerçekleştirdik. Ömer Erdoğan, önemli şeyler söylüyor. Türkiye’de bugün üretilen san’atın arka plânına ve gelişim seyrine dair bir fikir sunulduğundan bahsediyor. Dikkatinize sunuyorum.
Ayane Söyleşileri için, Ayane yazarlarına yöneltilmiş olan ilk soru şiir ve öykü serüvenleri hakkında… Biz de, bu kitabın oluşum serüvenini ilk sorumuz olarak yöneltmiş olalım.
Elbette Ayane yazarlarıyla, Ayane dergisi için söyleşiler yapıldığı zaman, bu yönde gelişebilecek bir fikir yoktu. Zaman içinde, özellikle son yıllarda kendini hissettirmeye başladı. Dergiyi çıkaran ekibin veya o kuşağın bir araya geldiğinde düne ve bugüne dair çok ciddî eleştiriler yaptığına şahit oldum. O kuşak bugün memleketi yöneten, bürokraside, yönetimin mutfağında olan kişilerin kuşağı, geniş bir arkadaş çevresi. Dergiyi çıkaran ekip öz eleştiri babından kendi arkadaşlarını, yamulmaları, değişmeleri, dik duruşları vs. konuşurken gelişti bu fikir; bu ekibi yeniden konuşturabilir miyim, diye. Konuşuldu, tartışıldı, olabilir denildi. Böylece oldu.
Kitabın sunuş bölümünde, Edebiyat sosyolojisi açısından verimli bir malzemenin ortaya çıkmış olduğunu okuyoruz. Değişen yazarlar, değişen bakış açıları... Değişim üzerinden gözlemlerinizi konuşsak?
Bir insan olarak san’atçı da elbette zaman içinde değişecek ve kendini geliştirecektir. Bu, olması gereken bir zorunluluktur. Fıtrat bunu gerektirir. Sorun değişim ve gelişmenin bir sapma olup olmamasındadır. Belki sapmalar da bir noktaya kadar makul karşılanabilir, asıl derinlerdeki sorun samimiyet meselesidir. Söyleşiler üzerinden bir kuşağın inanç ve değerler dünyasına karşı samimiyeti deşifre edilmiş oldu. Bu kuşak samimî bir kuşak.
Malûmunuz üzere ülkemizin belli dönemlerde yaşamış olduğu büyük kırılmalar, sonraki nesillerde ciddî sapmalara ve kişilik bozukluklarına sebep oluyor. 12 Eylül 1980 askerî darbe dönemi ve ardından merhum Turgut Özal’ın iktidar dönemi ülkemiz tarihi açısından çokça konuşulan ve hâlâ da konuşulması gereken bir dönemdir. Solcular / sosyalistler bu dönemde omurgasızlaştı. Ülkücü gençliğin içi boşaltıldı. Müslüman camia birliğini / dirliğini yitirdi. Turgut Özal’ın iktidar döneminde hepsi bir kazanın içine atıldı. Şimdi özü sağlam olanlar bu kazandan çıkmayı, yeniden hayat bulmayı başardı. Özüyle sorunu olanlar ise başka bir şeye dönüştü. Böylece derin Türkiye kendini güvende hissetti. Bütün bunların neticesinde Türkiye, büyük bir dinamik gücünü; gençliğini kullanamadı, zamanın akışına, haricî müdahalelere yenik düşmüş oldu. Bütün kesimlerin gençliği 80 kuşağı öncesiyle sonrası arasında büyük bir uçurum yaşadı. Sanki kuşaklar arasında 40-50 yıl fark olan iki nesil gibi.
12 Eylül 1980 askerî darbe dönemi ile Turgut Özal’ın iktidar dönemlerinden büyük ölçüde sadece Müslüman camianın kendini yenileyerek çıktığını düşünüyorum. Verilen kayıplar, yakalanan yeni imkânlar, şartların değişmesi, dünyadaki yeni gelişmeler Müslüman camiayı yeni yüzyılın gerçeklerine uzak düşürmedi. Kırılıp dökülmelerle birlikte Müslüman camia, yeni yüzyıla kendi ayakları üzerinde girmeyi başardı. Tabiî bütün bunları Türkiye gerçekliği üzerinden söylüyoruz. İslâm dünyası böyle olmadı. O, farklı bedeller ödemeye devam ediyor.
Ayane’den, derginin misyonundan konuşalım biraz da.
Ayane, gerçekten çok fonksiyonlu bir dergiydi. Bir dayanışma ruhu, bir ekip ruhu vardı. Güzellikler, bilgiler paylaşılıyordu. Kompleks minimum seviyedeydi. İleriye doğru bir yarış vardı. Birbirini teşvik vardı. Herkes birbirine karşı bir öğretmen, bir ağabey, bir dosttu. O yıllarda taşrada benzeri birçok güzellik merkezleri vardı. Andırın’da İkindiyazıları çıkıyordu. Ankara’da yine Albatros vardı. Erzurum’da, Bursa’da, Kayseri’de, Konya’da, Eskişehir’de benzer misyona sahip dergiler çıkıyordu. Gençler, kabiliyetli gençler, bu dergilerin etrafında toplanıyordu. Büyük şehirlerdeki üstatlar da bunlarla sıcak ilişkiler içindeydi. Sahip çıkıyordu, teşvik ediyordu. Ben Ayane’den biliyorum, derginin borcunu veren ağabeyler vardı, arayıp soran; takip eden ağabeyler vardı. Cemal Süreya gibi tanıtan, teşvik eden üstatlar vardı. Bütün bunlar bir neslin yetişmesinde emeği geçen kişilerdir.
Türkiye, birlikte hareket ettiğinde büyüktür. Bu, en çok kırılma dönemlerinde böyle olmuştur. Belki normal zamanlarda biraz gevşeme, biraz avlanmaya müsait bir durum vardır, ama genel karakter millet olarak bir dayanışma ruhuna sahip olduğumuz ve belâları dayanışarak defettiğimiz gerçeğidir. Suriyeli mülteci kardeşlerimize millet olarak gösterdiğimiz sahip çıkış bu tarihî karakterin bir yansımasıdır. Yine teröre karşı milletçe büyük bir sağduyu ve ferasetin sahibi olduğumuzu gösterdik. Şükretmek yaraşır.