Mekke ve Medine! Dünyanın gözü ve kalbi. Kalbimizin kendisi için attığı, gözlerimizin baktığı ve dahi bedenlerimizin yöneldiği kutlu beldeler.
Sokaklarında soluklanmayı istediğim, canımı üzerlerinde feda etmeyi talep ettiğim, dünya gözüyle bir kez olsun görmeyi arzuladığım mübarek beldeler.
Sen ey Medine’m! Sokaklarında yürümeyi, toprağına yüz sürmeyi, içinde kaybolmayı istediğim şehir! Her dağında, her taşında, toprağının her zerresinde, büyük izler, yaralar var biliyorum. Ve sen, en aziz misafiri ağırlıyorsun 632 yılından beri. Sorarım sana , O’nu (asm) bağrında ağırlamak, misafir etmek, nasıl bir duygu. O’nun (asm) kokusunu solumak, nesefini duymak, varlığını üzerinde taşımak, hissetmek, O’nunla (asm) hüzünlenip O’nunla (asm) tebessüm etmek, yaşadıklarına şahit olmak ve dahi O’nun nur cemâlini görüp mübarek sesini duymak... Nasıl bir duygu ki bu?
Nelere şahit oldun Medine’m! Asil, mübarek kanlarla sulandı toprağın. Ne duâlar işittip, ne sevgiler, ne ayrılıklar yaşadın kimbilir? Ne acılar çektin onlarla? Nelere susadın, nelere kandın? İçini neler dağladı? Sen kıymet bildin. Sen ev sahipliğini layıkıyla yaptın ve hâlâ yapmaktasın. Peki günümüzde üzerinde misafir olanlar bunların bilincinde mi? Ravza’ya, tarihe, o topraklara sahip çıkıp lâyıkıyla hizmet ediyorlar mı? Sevgi onların yüreklerini bir iğne deliği kadar dahi boş bırakmayacak kadar kaplamış mı? Sevgililer Sevgilisinin (asm) uğrunda ne ezalara katlandığı İslâmiyeti, lâyıkıyla anlama ve yaşama çabasındalar mı? Sen onlardan razı mısın? Senin misafirini ziyarete gelenler yürekleri dolu mu geliyor ve ayrılırken nasıl ayrılıyorlar? Merak etmekteyim.
Ah Medine’m! Eğer senin topraklarında hayat sürseydim Ravza’dan bir an olsun ayrılır mıydım? Kokusunu içime çekmediğim saniyeyi yaşanmış sayar mıydım bilmiyorum. Göz pınarlarım çağlamadığında, kalbim O’nunla (asm) atmadığında, titremediğinde kendimi insan sayar mıydım? O’nunla (asm) konuşup, dertleşmediğim, sevgimi dillendirmediğim an olur muydu? Sünnetine riayetsizlik eder miydim O’na o kadar yakın iken? Hiç sanmıyorum. Zirâ huzuruna gittiğimde eminim ki yüzüm kızarırdı, beni tebessümle karşılamazdı, hissederdim. O’nun (asm) huzurunda kalbimin sesi işitilirdi, gözyaşlarım katbekat artarak akar yerleri yıkardı. Ben sende olsaydım eğer, dünyevî hiçbir şeyi düşünmez, İslâmı asıl sende yaşardım. Yerinde öğrenirdim tarihimi ve ilmi. Yerinde tadardım acı da olsa yaşanılanları. Ve ben özlem duyduklarıma kavuşur, onlarla hemhal olurdum. Kulak verirdim seslerine, gönlümün mektuplarını sunardım her birine. Başlarını ağrıtırdım belki, ama anlatırdım işte. Rüyalarım daha mânâlı olurdu, daha güzel. Yaşadığımı bilirdim. Ben sende ben olurdum. Nasiplenirdim en güzelinden.
Ey Medine’m beni de misafir eder misin?
Açar mısın kucağını şefkatle bana da. Bütün kirden, tozdan arındırır mısın? Temizler misin beni de. Şefkat kanatlarını serer misin üzerime?
Nasibi olan nasipdar olur söylenen her sözden.
Dokunur kalbe rahmet-i İlâhî, akar damlalar gözden.
Nasipdar eyle Rabbim. Rahmetinle kuşat bizi.