“Asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir.
Küçük bir söz yakarsa içini,
Dost bildiklerin anlamazsa seni,
Boş ver dökme içini...
Koy alnını secdeye,
Al eline tesbihi,
Vallahi O’ndan başkası,
Anlamaz seni...”1 der Mevlânâ…
Cezbe ve sekr halinde söylediği “Ene’l-Hak!” sözü Hallâc-ı Mansur’u idama mahkûm ettirmemiş miydi?
Onu asılacağı meydana getirdiklerinde etrafta mahşerî bir kalabalık…
Hallâc-ı Mansur darağacını görünce güler ve kalabalığın arasındaki dostu Şibli’den seccade isteyerek iki rek’ât namaz kılar.
Ardından şöyle duâ eder:
“Allahım, burada senin dinin uğruna gayrete düşüp beni öldürmek için toplananların suçlarını affet.”
Bu esnada kalabalığın içinden özellikle düşmanları, durumu fırsat bilerek Hallâc-ı Mansur’a taşlar atar...
Hallâc-ı Mansur ‘ah’ bile demez; hatta tebessüm eder; ama dostu Şibli ağlayarak kırmızı bir gül atınca Hallâc-ı Mansur inler ve şöyle der:
“Taş atanlar avam takımı, bilmiyorlar, hâlden anlamazlar, onların taşı bizi incitmez; ama hâlden anlayan bir dostun attığı gül bile bizi incitti, canımızı acıttı…”
***
İnsan hayatını dostlarıyla paylaşır, problemlerini onlarla çözer, acı ve elemlerini onlarla tedavi eder. Huzuru, saadeti dostlarıyla fark eder. Lezzetler bile dostlarıyla anlam bulur.
Onu en iyi tanıyanın, dostu olduğunu bilir…
Gördüğü haksızlıklar onu incitmeyecekse bile dostundan sudûr eden bir düşüncesizlik emaresi gönlünde derin yaralar bırakır.
Onun için –Hakk’ın rızası dahilinde- dost olmanın gerekleri vardır.
Çünkü hakikî dostlukta Allah’ı bilmeli insan…
O’nun ölçüleriyle hareket etmeli...
Görmeyi arzuladığı karşılık, Allah’ın rızasının harici olmamalı…
Dostun attığı gül karşısında Hallâc-ı Mansur hal diliyle konuşuyor şimdi:
“Allah seni biliyor ve görüyor… Herkes bana taş atarken senin bana bir şey atman gerekmiyor... Bana mahzun gözlerle bakman yeter, gönül pınarlarının akması yeter... Sen atanlardan olma, gül dahi atma…”
***
İnce bir çizgi var dostlukta…
Ancak bu çizginin farkında olanların dostluğu bâki kalıyor…
Hakk’ın “Halilullâh” unvanına lâyık gördüğü Hz. İbrahim (as) gibi herkese cömert olup, Allah’ın rızasından başkasına talip olmamaktır, hakikî dostluk…
“Mesleğimiz haliliye olduğundan meşrebimiz hillettir.”2
“En yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş”3 olmayı, mert kalmayı, arka yüzü olmamayı gerektiriyor haliliye mesleği…
Bu geçici dünyada, sıkıntılarla dolu hayatımızda, gerçek dosta sahip olmak ne büyük nimet…
Riyanın hayat tarzı, gösterişin düstur olduğu, sadakatsizlik ve vefasızlığın da kusur bile sayılmadığı asırdayız…
İhlâsı kazanmak ve muhafaza etmek, ihlâs hakikatine mani her şeyi def etmek için ‘haliliye’ mesleğini tatbik etmek, ihlâsa uzanan yolun en selâmetli adımlarından…
Çünkü bu yol riyasız…
Bu yol gösterişsiz…
Biz amelimizde Allah’ın rızasını hedeflediğimizde gerçek dost olacağız…
Öyle kalınca ancak, dostlar kazanacağız…
Haliliye mesleğine teşvik eden büyük Üstad…
Binler rahmet sana, binler duâ…
***
Üstadımızın vefatından sonra cemaatimizin Risale-i Nur etrafında birlik ve dirliğini sağlayan, her türlü kargaşa ve fitneye rağmen haliliye mesleğini yaşayan ve yaşatan yüksek ruhlu asil, Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimizin; çileli hizmet yıllarında edindiği tecrübe, Üstadımızdan bire bir aldığı ölçüler ve Risale-i Nur ışığındaki ifadeleri harikadır:
“Arkadaş, gül padişahının yanında silâha davranmış diken var!
Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan kusurundan habersiz kimse, arkadaş bulamaz.”4
Kardeş ve dostlarımıza yaklaşımımızın ölçüsü net…
“Herkesin bir kusurunu bulup, kendi kusurlarını görmeyerek dostlarını terk eden, terk edilir.”5
İşte dostluğu muhafazanın önemi…
“Ey ferasetli ve müdebbir ehl-i hizmet! Omuz omuza verip çalışmaya çok muhtaç olduğunu; tek başına veya ekalliyette kaldığın zaman muvaffakıyetsizliğe düşeceğini her gün hatırla.”6
Bu daire içinde kardeşçe dostlukları yaşamamız ve yaşatmamız, dostlarımızı basit meselelerle, düşüncesiz hareketlerle kaybetmememiz gerektiği dersini almanın vakti şimdi…
***
Risale-i Nur hakikati ile tanıştığım 1970 yılından bu yana kimler geldi, kimler geçti…
Kardeşlerle yaşanan acı tatlı onca hatıra…
Kardeş mesabesinde edinilen dostluklar…
Geçen zamanın ardından, her biri bedenen ayrı yerlerde belki; ama yürekten bağlılığımız devam ediyor, zerrelerimizde…
Her açışımızda ellerimizi göğe, adları geçmiyor mu zihnimizden, dökülmüyor mu dudaklarımızdan?
Sahici dost olabilenlere selâm olsun, muhafaza etsin Hakk onları…
“Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır”7 ölçüsü şiarımız olsun..
“Asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir.”8
Şefkatle, dostça olacak yaklaşımlarımız…
“Şefkat halistir, mukabele istemiyor; safi ve ivazsızdır.”9
Hedefimiz kardeşlerimizi cemaatimizde muhafaza etmek…
Sabır gerek bunun için…
Şefkat, hoşgörü gerek…
Velhasıl iyi okumak gerek Risale-i Nur’u…
Ve iyi anlayıp tatbik etmek…
***
Ali İhsan Tola Ağabey bir gün Isparta’da Üstadın evine gider. Kapıdan girince Üstadın merdivenlerden yukarıya çıkmakta olduğunu görüp kendisini takip eder. O sırada Türkiye’de İslâm’a karşı yapılan ihanetlerin ve yıkımın büyüklüğünü hayal ederek,
“Kök sağlam olsaydı, her halde bu kadar tahribat yapamazlardı” diye düşünür.
Üstad odasına girdiğinde o da arkasından girer. Üstad pencerenin önüne yaklaşıp bahçeye doğru bakmaya başlar. Sonra eliyle işaret ederek Ali İhsan Tola Ağabeyi yanına çağırır.
“Gel bak” der.
O sırada bahçede hızarla kökünden kesilip yerde boylu boyunca uzanan kavak ağaçları görülmektedir.
Üstad;
“Ali İhsan, yetişeni böyle habire kesseler kök ne yapsın?” der ve şöyle devam eder:
“Kardeşim bu zamanda yetişeni muhafaza etmek yetiştirmek kadar önemlidir.”
Hizmette kazanılan kardeşlerin, dostların muhafazasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çeker Üstadımız...
Bu, Ali İhsan Tola Ağabeyin unutmadığı bir ders olur ve gelip gidenlere sürekli anlatır.
Unutulmamalı ki mevcut olanı muhafaza için sarf edilecek gayret ve zaman, yeniyi kazanma uğruna sarf edilecek olandan çok daha az olacağı gibi, kaybettiğimiz her bir tecrübeli kardeşimiz, cemaatimiz için büyük bir kayıp ve şer güçlerin bizi tenkidi için bir fırsat olur...
Başarılı olacağız bu adımlarımızda inşaallah...
Yeter ki radikal yaklaşılmasın…
Yeter ki kardeşler arasında tefâni sırrını yaşayalım, “faziletfüruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmeyelim.’’10
Yıllardır istikametimizi belirleyen cihanşümul ebedî hakikatler; bizlerdeki eneyi, “yanlış düşündüğümüz izzetimizi…”11 enerjimizi doğru yolda kullanmamız için eşsiz bir rehber...
Bize mani olmaya çalışan nefsimize dur diyelim ve nur hakikatleriyle amel etmeye çalışalım...
Ölçüyü yine Zübeyir Gündüzalp Ağabey özetliyor:
“Herkesi affet; ama nefsini asla.”12
Hamdi Sağlamer Ağabey, şiiriyle özetliyor meşrebimizi:13
Makam-ı âlâda Asrın Vekili
Felâha çağırıyor, duyanlar gelsin
Koymuş teşhisini mana hekimi
Kalbi İslâm için vuranlar gelsin
Hıllet kulesine çekmiş sancağın,
Benlik dağlarını aşanlar gelsin
İhtilâf yolundan çekip ayağın,
Bu hizmette vücut bulanlar gelsin
Şarktaki mü’mine batan dikeni,
Garptan hisseyleyip duyanlar gelsin
Din için boynuna takıp kefeni,
Malından canından geçenler gelsin
Meslek Haliliye, meşrep hillettir
Nur’un ölçüsü bu, uymak gerektir
İhlâsla gidene bu bir ahenktir
Bura merdan yeri, ser veren gelsin
Kardeş tövbe ile abdest al, pak ol
Seni selâmete çıkarır bu yol
Husûmeti bırak, muhabbetle dol,
Uhuvvet bahrine dalanlar gelsin.
Uhuvvet denizine çağıran ilk biz olalım,
O denizde Nur ile yıkanalım.
Ölçümüz şaşmasın, dostluk ve muhabbet coşkusu sarsın yüreğimizi…
Dipnotlar:
1- Mesnevî (Mevlânâ).
2- 21. Lem’a.
3- 21. Lem’alar.
4- Altın Prensipler, Yeni Asya Neşriyat, Zübeyir Gündüzalp.
5- Altın Prensipler, Yeni Asya Neşriyat, Zübeyir Gündüzalp.
6- Altın Prensipler, Yeni Asya Neşriyat, Zübeyir Gündüzalp.
7- Mektubat, 22. Mektub.
8- Şuâlar, 13. Şuâ.
9- Mektubat.
10- 21. Lem’a.
11- 20. Lem’a.
12- Altın Prensipler, Yeni Asya Neşriyat, Zübeyir Gündüzalp.
13- Hak Yol İslâm Şiir kitabı.