Herşeyi dengede tutan, Âdil Esma-i Hüsna’sı ve bunun gereği olan adalettir. Adalet, herşeyin yerli yerine, ölçülü ve dengeli olarak konmasıdır. Atomlardan yıldızlara, kâinatın bir ucundan diğer ucuna Âdil ismi tezahür eder.
Sosyal hayatın dengesi, devletin ayakta durması da Âdil ismine bağlıdır. Bunun için herkes Âdil ismini anlamalı, özümsemeli, yaşamalı ve yaşatmalıdır. Herşeye adaletle karar vermeli ve adaletle karar verilmesine çalışmalıdır.
Bazı kardeşlerimiz, “Biz kimseye iftira, suizan etmiyor, ispiyonlamıyor, bu işlere karışmıyoruz!” diyebilirler.
Bu fasit yaklaşımın cevabı tam olarak şudur:
“Üçüncü suâl: Bâzı eşhâsın hatâsından gelen bu musîbet, bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?
“Elcevap: Umumî musîbet, ekseriyetin hatâsından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zâlim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasıyla, mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye sebebiyet verir.”1
Ancak, “Bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.”2
“Zulümlerine kalben taraftar olmak, zulümlerine ortak olunursa” ya “fiilen, iltizamen ve iltihaken” taraftar olmak? Ya zulümlerini alkışlamak, teşvik etmek, ya destek olmak, kuvvet vermek!..
Ne zalimlerin zulümlerine kalben, “fiilen, iltizamen, iltihaken” taraftar oluruz, ne din kardeşlerimizin kardeşlerine taraftar olmalarına razı oluruz!
“Çünkü, mükerrer tecrübelerle görülmüş ve görülüyor ki, büyük kardeşine veyahut üstadına tehlike zamanında ihanet edenlerin, gelen belâ en evvel onların başında patlar. Hem merhametsizcesine onlara ceza verilmiş ve alçak nazarıyla bakılmış. Hem cesedi ölmüş, hem ruhu zillet içinde mânen ölmüş. Onlara ceza verenler, kalblerinde bir merhamet hissetmezler. Çünkü derler: ‘Bunlar madem kendilerine sadık ve müşfik üstadlarına hain çıktılar; elbette çok alçaktırlar, merhamete değil tahkire lâyıktırlar.’”3 Ve yine bir âyette mealen, “Bir kavim kendini bozmadıkça Allah onları bozmaz.”4 diye buyurulur.
Ve toplumdaki kötülerle iyilerin mücadelesi, Resulullahın (asm) dilinde aynı gemide yer alan iki grup yolcu temsiliyle anlatır: Bir grup yolcu geminin güvertesinde, diğer grup yolcular ise, geminin alt katındadır.
Alt kattakiler güvertedekilerden su isterler. Üsttekiler ise, ne su verirler ne de onların su almak için yukarı çıkmasına müsaade ederler. Bunun üzerine, alt kattakiler, su elde etmek niyetiyle gemiyi delmeye başlarlar. Üsttekiler, buna engel olurlarsa hepsi kurtulacaklar; onları kendi hallerine bırakırlarsa, beraber boğulacaklardır.”5
İşte bu toplumumuz o gemidir. İnsanlık tarihi, her devrinde bu gemiyi batırmak isteyenlerin çıktığını yazar çoklukla.
Kimi insanlar ve kimi yöneticiler de aslında, “iyilik zannıyla fenalık yaparak” bilmeden gemiyi batırmaya çalışıyor.
“Medeni-i bittab olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef” 6 olan her Müslüman, gemiyi batıranlara karşı gerekli ikazları yapmanın yanında, herkesin hakkını, hukukunu ve hürriyetini korumak zorundadır.
Ne var ki, kimileri, kimi zaman, siyaset tarafgirliği ve fanatikliğiyle, “gemiyi batırmaya çalışanlara” değil engel olmak, ikaz edilmelerine bile tahammül edemiyor.
Dipnotlar:
1- Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 184.
2- Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 158.
3- Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 405.
4- Rad Sûresi, 13/11.
5- Tirmizi, Fiten, 12.
6- Münâzarât, s. 137.