İslâm medeniyeti, kuvvete değil, hakka, adâlete dayanır.
Yânî kim haklı ise, kuvvetli odur. Haksız; güçlü, kuvvetli, soylu, zengin de olsa, İslâmiyetçe mutlaka cezalandırılır ve haklının hakkı ondan alınır. İslâmiyetin, bugünkü uygulanan demokrasilerle ayrılan noktalarından birisi de burasıdır.
İslâmın öngördüğü cumhûrî sistemin en önemli sacayaklarından biri de adâlettir. Demokrasilerde, idâre edenler, idâre edilenlerin üzerindedir ve onların “idâre etme” imtiyazları vardır. Oysa, İslâmiyette, idârecilerin bir farkları, üstünlükleri yoktur. “Toplumun gerçek reisi o topluma hizmetkâr olandır.”1 hadis-i şerifi bunun en bâriz örneğidir.
İslâm’da, idare edilen ile idâre edenler arasında herhangi bir anlaşmazlık vukû bulduğunda, her ikisi de eşit olarak adâlet önünde hesap verirler. Başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere, hilâfet, devlet başkanlığı, ordu komutanlığı, valilik gibi yüksek mevkilerde yer alanlar ile gedaların muhakeme olduğu yegâne nümûneler, İslâm tarihindedir. Oysa, bugün bile demokrasilerde; cumhurbaşkanı, meclis başkanının, başbakan, hattâ milletvekilinin dokunulmazlıkları vardır.
İslâm tarihinin altın sayfaları, adâletin şaheser örnekleriyle doludur. Üstelik Müslümanlar, sadece kendi dindaşları ve ırkdaşlarının değil, hangi din ve inanca, hangi mezhep ve vatana, hangi sınıf ve âileye mensup olursa olsun; taraftarlık göstermeksizin, kim haklı ise ondan yana tavır koymuşlar; hakkın ve adâletin ihyası için çalışmışlar; müesseseler kurmuşlardır.
Bunun ilk örneğini, İslâm dininin mübelliği, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (asm) bizzat nefsinde yaşayarak göstermiştir. O yüce insan, vefatına yakın günlerde, Ashab-ı Kiramını mescid-i saadette topladığında, onlara irad ettiği hutbede, şu mübarek sözlerle, hakkın ve adâletin ölçüsünü, bütün insanlığa ilân eder: Ey insanlar! Ben sizin hem dünyada, hem de âhiret saadetine dâvet eden Peygamberinizim. Yarın haşir günü, kimsenin bende hakkı kalsın istemem. Her kimin benden alacağı varsa, gelsin alsın. Her kimin bende hakkı varsa, gelsin alsın. İşte malım, kimin hakkı varsa gelsin hakkını alsın. İşte sırtım, idareniz sırasında kimi dövmüş isem, gelsin dövsün! Benim yanımda en sevimliniz, bende hakkı olup da benden isteyeninizdir. Veyahut helâl edeninizdir. Ben Rabbimin huzûruna kul hakkı olmaksızın varmak istiyorum.2
Dipnotlar:
1- Keşfü’l-Hafa, 1: 462, hadîs no: 1515.
2- Müsned, 5:30.