Atatürkçülük ile İslamcılık kol kola girebilir mi? Son günlerde Akp cenahından sahip çıkılan Atatürkçülük ile İslamcılığın nasıl bir araya gelebildiği veya gelebileceği sorusunun cevabı, iki ideolojinin temel hedefleri ve yaklaşımları incelendiğinde rahatlıkla cevap bulacaktır.
Evvela, İslamcılığın tarihî bir arkaplanı olan ‘İttihad-ı İslam’ düşüncesiyle ayrıştırılması gerektiğini söylemek gerekir. İttihad-ı İslam, Müslümanlar arasında birlik ve dayanışmayı tesis ederek İslam’ın iktisadî, sanat, sosyo-kültürel her alana hakim olmasını amaçlayan köklü bir fikirdir. İslamî değerleri hayata aktarmada problemler yaşayan İslam toplumlarının problemlerini siyaseten çözebilme iddiasıyla iktidara talip olma düşüncesini ifade eden İslamcılık ya da siyasal İslam ise, İslam dünyasının kendi içinde yaşadığı en büyük iç çatışmalardan birini oluşturmaktadır. Bugün itibariyle gelinen nokta İslamcılığın iflasını belgelediği gibi, bu fikriyata gönül verenlerin en büyük trajedisini doğurmuştur. İslamî hakimiyetin iktidara sahip olmak ön şartıyla gerçekleşeceğini düşünenler, İslam’ın her alandaki değerlerini tüketmiş ve istismar etmiş bir halde, içinden çıkamayacakları derin bir travmanın eşiğine geldiler. İnandıkları bütün değerleri kendi elleriyle tahrip etmenin oluşturduğu travmanın tedavisini de bilemiyorlar. İslamcılık gibi İslam ile özdeşleşleştirilen bir kavramın savunucularının her şeyden önce İslam üzerine olmaları ve bütün hayatlarını buna göre dizayn etmeleri gerekirken, tam tersi hallerin sudûr etmesi görmezden gelinerek savuşturulacak bir durum değildir.
Tam da burada şu soruyu da sormak gerekir. İnsan haklarını güvence altına alan, fazıl bir toplum için güzel ahlâkın yaygınlaştırılmasını öneren, her şartta adaletli olmayı emreden, zulmü yasaklayan, hukukun üstünlüğünü temel dinamik olarak merkeze koyan, barış içersinde yaşayarak adaletli paylaşımı teşvik eden, her türlü çirkinliği ve azgınlığı yasaklayan İslam’ın ideolojik savunucusu olan İslamcılık, nasıl olup da zıt bir ideoloji olan Atatürkçülük ile aynı çizgide buluşabilmiştir?
Atatürkçülük ve İslamcılılık görünürde asla ve asla bir araya gelemeyecek iki zıt ideoloji gibi dursa da, İslam’ın temel değerlerini tarumar etme, İslam’ı itibarsızlaştırma, İslamî değerleri yozlaştırma, toplumu kutuplaştırma ve ayrıştırma gibi bir ortaklığa sahiptirler.
Atatürkçü düşünce dinî ve manevî değerleri yok etmeyi iktidar gücünü kullanarak, devrimlerle ortadan kaldırmayı hedeflerken İslamcı düşünce de iktidar gücünü kullanarak güya dinî değerleri ve anlayışı güçlendirmeyi hedeflemektedir. Atatürkçü düşünce ne kendi değerlerine sahip çıkabilen, ne de hedef gösterilen Batı’ya yakalayabilen, ikisini meczetmekten uzak, eşikte bıraktığı nesillerle her şeyi yerle bir etmiştir. Tanzimat’ın alafranga, çıtkırıldım, züppe tiplerini Cumhuriyete bulaştırarak hastalıklı nesillerin yayılmasına yol açmış, toplumu laik-antilaik, Sünnî-Alevî, Türk-Kürt şeklinde ayrıştırarak zıt kutuplardan oluşan toplum katmanları oluşturmuştur. İslamcı düşünce de iktidarı hedeflerken kendini unutmuş, imanî ve fikrî altyapıdan yoksun olarak iktidarı elde ettiğinde ise, kendinden geçmiş, İslam’la bağdaştırılamayacak hayat tarzlarıyla ve uygulamalarıyla dinî değerleri tahrip etmiş, siyasal söylemleriyle toplumu kutuplaştırmış, ‘dindar nesiller’ diye çıktığı yolda nesilleri deizmin eşiğine getirmiştir. Toplumsal barış ve farklılıkları bir arada yaşatabilmeyi her iki hareket de başaramamış, netice itibariyle İslam düşüncesi iki anlayıştan da zarar görmüştür.
Sonuç itibariyle AKP’nin Anıtkabir açılımı beni şaşırtmadı. Her ne kadar oy kaygısıyla izah edilmeye çalışılsa da bu durum derin bir kırılmanın tezahürüdür. Bu kırılma yine de bazı hayırlı sonuçlar doğurabilir. Şöyle ki;
Bu açılım ile Bediüzzaman’ın asla ve asla İslamcı olarak adlandırılamayacağı anlaşılmış oldu. Bir hayat için dahi küçük bir yalana tenezzül etmeyen Bediüzzaman; şartlara göre dönüşebilen, oy veya farklı kaygılarla evrilebilen bir anlayışın ne yanındadır, ne de takipçisidir. Bediüzzaman bir Asr-ı Saadet Müslümanıdır, tam bir Müslümandır, emr-i bilmaruf nehy-i anil münker vazifesini her şartta yerine getirmiş kamil bir mümindir, muvahhid, müceddid, müçtehid, müfessir ve münevverdir; ama asla İslamcı değildir. İslam Bediüzzaman’ın hedeflediği bir ideoloji değil, bizzat iki cihan saadetinin yegâne şartı olarak hayatının zemberiğidir ve kendisidir.
İkinci olarak İslamcılık denilen yaklaşımın esasen siyasal İslam olduğu, bunun da Atatürkçülük dahil, hedeflerine ulaşmak için her şeyi kullanabileceği, İslam’ın mukadderatı için uzak durulması gereken bir ideoloji olduğu anlaşılmış oldu. İslam’ın mukadderatı adına bunun içinde olanlar, Nurculuk adına desteklerini esirgemeyenler artık ne derler bilemem? Ancak Bediüzzaman Said Nursî’nin dedikleri ortadadır.