Aslında sorunun cevabı son derece basit ve net.
Cemaatler hakkında defalarca da yazdık. Hem biz hem de diğer yazarlarımız. Ayrıca Kâzım Güleçyüz’ün konuyla ilgili iki kitabı da var. Onları okumak yeterli.
Ama biz bu gün biraz daha somut bir sorunun cevabını arayacağız: Hangi durum ya da tavır, bir cemaati, işbirliği ve ittifak yapılabilecek bir yapı olmaktan ve hatta ittihad edilmesi gereken bir cemaat olmaktan çıkarır?
Modern toplumsal yapının temel taşlarından olan “dinî cemaat” kavramının kurucusu Bediüzzaman, yüz sene önceki eseri Hutbe-i Şamiye’de, sorunun cevabını, bu güne ve geleceğe de ışık tutacak biçimde, şöyle veriyor:
“Muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şartla umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.
“Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyyeyi ve âsayişi muhafaza etmektir.
“İkinci şart: Muhabbet üzerine hareket etmek, başka cemiyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeye çalışmamak; birinde hata bulunsa, müfti-i ümmet olan cemiyet-i ulemaya havale etmektir.”
Bu metni esas alarak baştaki sorunun cevabı için bazı prensipler belirleyebiliriz:
1. Dindar bakış, diğer dindarlara olumlu bakmayı gerektirir. Aslolan budur.
2. Din sevgisi üzerinde birleşen insanların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan cemaatlerin hepsi neticede birbiriyle ittihat etmelidir.
3. Ancak, bir dinî cemaatin bu ittihada (birliğe) dahil olabilmesi için, sadece dinî talepleri ve hedefleri bulunan bir cemaat olması yetmez.
Ayrıca iki ya da üç şart vardır:
4. Şartlardan biri, dinî cemaatin, İslâmın tarif ettiği şekilde özgürlükçü olmasıdır.
5. Şartların ikincisi, dinî cemaatin emniyet ve asayişi muhafaza etmesidir. Asayişi muhafaza etmenin adı bellidir: Menfi hareket etmemek, müsbet hareket etmek. (Jurnalci ve intikamcıdan emniyetçi yani asayişçi olamaz. Zira bizzat bunlar güvenlik kavramına zıttır.).
6. İttihat edilebilecek dinî cemaat mensubu olmak için, başka dinî cemaatleri sevme esası üzerine hareket etmek de bir şarttır. Hele başka dinî cemiyetlere kara çalmak ve leke sürmekle cemaat ya da “cemaat ehli” filan olunmaz.
7. Herhangi bir cemaatte, yukarıdaki dördüncü, beşinci ve altıncı maddede sayılanlar dışında hata bulanın yapması gereken, onu âleme ilân edip rezil rüsvay etmek (!) değildir. Doğru davranış, konuyu ilim ehlinden olan ve ümmetin müftüsü sayılan âlimler heyetine havale edip onlardan hakemlik ve ıslahçılık istemektir.
Biliyoruz, bu yazdıklarımız, kınından yeni çıkmış kılıçlarıyla yalınkılıç ortalıkta gezen “menfi hareket ordusu” efradını ve onların “bizim taraflarda gezen” yardakçılarını memnun etmeyecek. Olsun, bizce hak neyse yazdığımız odur. Hakkın hatırı âlî olsun...