Elbette insanlar bunlardaki sa’y-ü gayretleriyle dünya ve ahiret hayatlarına tutunmaya çalışırlar.
Her insanın dünya ve ahiret saadeti de bu zaman dilimlerini verimli kullanıp kullanamamalarına göre şekillenir.
Dünkü gün geçmiş, gelecek henüz gelmemiş, elimizde kalan ise yaşadığımız anla sınırlı. Çoğu insan, bir an-ı seyyalesini geri getirmeye gücünün yetmediği geçmişteki yaşadıklarıyla boğuşurken, hazır günündeki sermaye ve kazançlarını kaybeder. Yani bir nevi, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olur.
İçtimai hayatın çekirdeği olan aile hayatı, bunun daha geniş dairesi olan toplum hayatı ve bütün bunların keyfiyetini artıran içtimai, siyasi hayatın şekillenmesinin merkezinde de bu üç zaman dilimi yer alıp hükmünü icra eder.
Meselâ, geçmişte yaşanılan olumsuzlukların aile bireyleri arasında tekrarı aile huzurunu kaçırdığı gibi, geçmişte yaşanılan sosyal olumsuzlukların sık sık toplum önüne çıkarılması da, toplum hayatını kargaşaya sürükler.
Bediüzzaman bu hastalığın çaresini “Eski hal muhal, ya yeni hal; ya da izmihlal!..” sözleriyle ders verir. Burada geçmişin olumsuzluklarını bırakıp, bulunduğumuz gün ve anı en verimli olarak kullanmak öne çıkar.
Problem addedilen hususlarda, bu günü dünle mukayase edip ona göre hareket etmek, kısır bir döngüyü ortaya çıkarır. Kur’an ve İslamiyetin fecr-i sadıkının doğum sancıları olan mevcut maddi-manevi sıkıntı ve olumsuzluklar şevk ve ümidimizi asla kırmamalıdır.
Müjde-i ilahiye ve Peygamberiyeden aldığımız şevk ve gayret ile ümitvarız ki, yarın bu günden, gelecek geçmişten daha güzel olacak ve dünyanın harabiyetinden önce bütün insanlığı maddeten ve manen mutlu edecek bir mevsimi insaniyet yaşayacak.
Bediüzzaman, Kur’an ve İslamiyetten ve Hz. Resulullah’tan aldığı manevi ders ve ihtarla Risale-i Nurlarda bu hakikatı şöylece müjde eder: “Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sadâ İslâmın sadâsı olacaktır.” (Tarihçe-i Hayat, s., 144-145)