Zahirperestlik; görünüşe aldanmak ve dış hâle göre bir anlayış ve kavrayış halidir.
Zahirperest, sathî ve galat-ı his sahibidir. Aynı zamanda da nazar-ı sathî sahibidir. Bu yolda gidenler “muvazenesiz ve zahirperest olduklarından çıkılmaz bir yola saparlar. Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp her meseleyi tam idrak edemediğinden yaşanan hadiseleri çirkinlikle hükmedebilir. Eşya arasındaki münasebet rabıtalarını kuramadığından sadece zahirde gördüğü ile karar verir. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder.
Halbuki “Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsnübizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsnübilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”1 Zahirperest olanlar meselelerin bu cihetine bakmazlar. Onlar sadece zahire ve zahirî çirkinliklere bakarak hüküm verirler. Aldanırlar ve aldatırlar. Ulema-i ehl-i zahir de bu gruptan sayılır.
Zâhirperest âlim-i cahil (gerçeği kavrayamayan, kuru bilgisi olan ilim adamı) veyahut cahil-i âlim (ilim sahibi gerçek âlimi tanımayan, ilme ve âlime kıymet vermeyen) taassubat-ı nâbemahalden (yoktan yere, yersiz tutuculuk göstererek),2 noksaniyetimiz ve tedenniyatımız ve sû-i ahvalimize sebep olmuşlardır. Böylece “zahirperest dinin cahil dostları, taassubat-ı nabemahal ile bazı teşbihatı hakikat olarak telâkki ve telkin ederek ve bunu iyilik belleyip dine hıyanet et”3mişlerdir. “İşte, zahirperest ve sermayesi âfâkî malûmattan ibaret olan akl-ı dünyevî, böyle silsile-i efkârı hiçe ve ademe incirar ettiğinden, hayretinden ve haybetinden meyusâne feryad ediyor.”4
Bazı zâhirperest âlimler Risale-i Nur’a karşı müteassıb ve katı mesleklerine göre hareket ederek; maneviyat, esrar ve gaybî işaretler gibi şeylere katılık ve cümûdluklarından inanmamazlık durumlarından itiraz etmişlerdir. Bu mes’eleye ve kökleşmiş hakikata zâhirperest ulema, canları istediği kadar inanmayıp kabul etmesinler... Hatta red ve inkâr ile karşı da çıksınlar, hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü “Zahirperest dinin cahil dostları, taassubat-ı nâbemahal (yersiz bağnazlıklar) ile bazı teşbihatı hakikat olarak telâkki ve telkin ederek ve bunu iyilik belleyip dine hıyanet etmesidir.”5 “Bu sırdan gaflet iledir ki, bir şeriat veya bir tefsir kitabında istitraden6 derc olunmuş bir meseleyi gören bir zahirperest veya mugalâtacı bir adam der ki: “Şeriat ve tefsir böyle der.” Eğer dost olsa diyecek: “Bunu kabul etmeyen Müslüman değildir.” Şayet düşman olsa, o bahaneyle der: “Şeriat veya tefsir—hâşâ—yanlış.”7
Ben “zahirperest” ve “nazar-ı sathî sahibi” tâbiriyle yad ettiğim ve tevbih ve tânif ile teşhir ettiğim muhatab-ı zihniyem, ağleb-i halde ehl-i tefrit olan ve cemâl-i İslâmı görmeyen ve nazar-ı sathiyle uzaktan İslâmiyete bakan hasm-ı dindir. Fakat, bazan ehl-i ifrat olan, iyilik bilerek fenalık eden dinin cahil dostlarıdır.8
İşte, zahirperest ve sermayesi âfâkî malûmattan ibaret olan akl-ı dünyevî sahipleri, böyle silsile-i efkârı hiçe ve ademe incirar ettiğinden, hayretinden ve haybetinden meyusâne feryad ediyor. Eyvah… Eyvah…!
Dipnotlar:
1- Sözler,s.365
2- Eski Said Eserleri, s.178
3- Eski Said Eserleri, s.35
4- Sözler, s.348
5- Eski Said Eserleri, s.35
6- İstitrad şeklinde, asıl konu olmayarak, bir söz söylerken o söz içinde başka bir konu nakletmek suretiyle.
7- Muhakemat,s.49
8- Muhakemat,s.109