“Evet, acaba hiç akıl kârı mıdır ki: Din düşmanları, iftira ve yalanlardan ibaret yaygaralarını yapsınlar da, bizler hakikatı izhar tarzıyla müdafaa etmekte susalım? Acaba hiç mümkün müdür ki: İslâmiyet düşmanlığıyla, Üstad Bediüzzaman hakkında zalimane ve cebbarane haksızlıkları irtikâb eden o insafsız propagandacılar, yalanlarını savururken, biz Üstad ve Risale-i Nur’un hakkaniyetini ilân ederek, o acib yalanlarını akîm bırakmaya çalışmayalım? Acaba eblehlik ve safderunluk olmaz mı ki: Kur’ân ve imanın hunhar ve müstebid zalim düşmanları; Kur’ân ve İslâmiyet’i ve dini Risale-i Nur’la küfr-ü mutlaka karşı müdafaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlığında, mütemadiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz hak ve hakikatı beyan ve ilân etmekte sükût edelim, susalım veya “Biraz susun” gibi birşeyle, paravanalar, perdeler arkasında icra-i faaliyet yapan o gizli dinsizlere bir nevi yardım etmiş veya desteklemiş olalım? Aslâ ve kellâ, kat’â ve aslâ susmayacağız ve hem susturamıyacaklardır. Durmayacağız ve hem durduramıyacaklardır. Bu can bu kafesten çıkıncaya kadar, bu ruh bu cesedden ayrılıncaya kadar, bu nefes bu bedenden gidinceye kadar; Risale-i Nur’u okuyacağız, neşredeceğiz. Risale-i Nur’un mahz-ı hakikat ve ayn-ı hak olduğunu ve Bediüzzaman Said Nursî’nin, yapılan ithamlardan tamamıyla münezzeh ve müberra olduğunu, iftiracı ve tertibci, hunhar din düşmanlarına mukabil, izhar ve ilân edeceğiz.”(Konferans)
Bediüzzaman’a ve dâvâsına ciddi olarak kafa ‘takan’lara ve iftira atanlara karşı elbette söylenecek sözümüz, verilecek cevabımız var! Olmak da zorunda! Çünkü mesnetsiz sözler ve sözün sahibi haddini aşmışsa, ona lisan-ı münasiple cevap verilmelidir. Bediüzzaman bilinmez bir şahsiyet değildir. Eserleri ortada, hayatı ve mefkûresi de işte buradadır. Ef’ali, ahvâli ve etvarı berrak ve net bir şahsiyettir Bediüzzaman. Onun vatan-millet sevdası ve Milli Mücadele yıllarında verdiği eşsiz mücahedesi ortadadır. Bunu bilmeyen ya o konuda cahil, ya da kastî olarak iftiracıdır. Mızrak çuvala sığmaz diye bir söz vardır. Bediüzzaman’ı kafaya “Takan” malum şahıs sığdırmaya çalışmış, ancak mızrak elinde kalmış. Biz uzatmadan sözü Risale-i Nur’a bırakalım ve iftiracılara Bediüzzaman ve talebeleri cevap versin.
İşte Risale-i Nur’daki bazı cevaplar:
* “Cüz’î, fakat elîm bir tarzda bir plânla, çok evhama ve iftiralara medar olabilir bir hâdiseyi, bir biçare muhakemesiz bir adamın vasıtasıyla yaptırdılar.”(Emirdağ Lahikası)
*“Benim şahsımı çürütmek fikriyle, bir kısım resmî memurlar, hiç kimsenin inanmayacağı isnatlarda bulundular, pek acip iftiraları işaaya çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar.” (Lem’alar, 26.Lem’a,15.Rica)
*“O gizli düşmanlarımız içinde çok alçak ve iftiracı adamlar var ... İftira planlarını çevirmişler ki, teveccüh-ü ammeyi, bu suretle halkları ürkütmekle kırmaya çalışıyorlar. Halbuki gittikçe teveccüh ziyadeleşiyor.”(Emirdağ Lahikası)
*“O nâmert, himmetsiz, hamiyetsiz bir kısım ehl-i dünyaya dalkavukluk etmeye mecbur olur.”(Lem’alar, 20.Lem’a)
Evet, bu iftira furyası hiç durmamış. Edepsiz bir kısım edipler tarafından da serrişte edilerek tekrar tekrar gündeme taşınmış. Ancak hakperest edipler ve muharrirler elbette hakikati taharri ederek Bediüzzaman ve Risale-i Nur’un haklılığını idrak etmiş. Müfteriler ise attıkları iftiralar ile hem tarihe, hem de levh-i ezeliye kaydedilmiş. Yaptıkları iftiralar hem tarihe, hem de ahirette kendilerine bir delil ve belge olacak.
Bediüzzaman’ın gayesi nedir? Dâvâsı nasıl tarif edilir?
“Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’un neşriyle hizmeti, doğrudan doğruya Kur’ân hesabınadır. İman hakikatlerinin neşri, Müslümanların imanlarının takviyesi, kuvvetlenmesi, dolayısıyla İslâm dininin teâli etmesi, din düşmanlarının müfsit hücumlarının def edilmesi ve İslâm dininin insanlar arasında maddî ve mânevî kemalâtın zübde ve hülâsası olduğunu âleme ilân etmek ve herkese kanaat-i kat’iye vermek için zikredilmiştir. Yukarıda bahsedildiği gibi, aleyhte olanlar öyle insafsızca hücumlarda bulunmuşlardır ki, Said Nursî hadsiz muarızlara, çok kuvvetli ve kesretli düşmanlara karşı az, fakir ve zayıf olan Risale-i Nur talebelerine kuvve-i mâneviyye, gaybî imdat, teşci, sebat ve metanet vermek için, Risale-i Nur hakkındaki ikram-ı İlâhî ve hizmetin makbuliyetine ait inayet-i Rabbaniyeyi zikretmiş; insafsız hücum ve asılsız iftiralara karşı mecburiyetle müdafaaya geçilmiştir.” (Tarihçe-i Hayat-Giriş)
Vatan Gazetesi’nin 1 Ocak 1953 tarihli nüshasında Üstad hakkında çıkan habere verilen cevap: “Vatan Gazetesi’nin 1 Ocak 1953 tarihli nüshasında, hasta olan Üstadımız hakkında hiç münasebetsiz, sırf yalan ve garazlarla bahsetmesi biz Nur talebelerine çok sıkıntı verdi. Üstadımız otuzbeş seneden beri siyaseti terkettiği ve çok hasta olduğu için böyle sıkıntılı haberleri ona duyurmak istemiyorduk.
O dönme gazetesi demiş ki: “Said, İzmir’de i’dadiye mektebinde Arabiye muallimliği yapmış ve Mart hâdisesinde Derviş Vahdeddin’in baş yardakçılığını ve Mart hâdisesinin ihtilâlini çıkarmış” diye beş vecihle yalan ve iftiralarını okuduk.
Bu yalanlardan birincisi: Biz Üstadımıza sorduk: “Hiç İzmir’e gittiniz mi?” Dedi: “Bütün eski ve yeni dostlarım biliyorlar ki, tek bir defa Şam’dan gelirken vapur ile geçmişim.”
İkinci yalan: Üstadımız hiç bir vakit mekteb muallimliği yapmamış. Belki Van’da medresede müderrislik etmiştir.
Üçüncü yalan: Hiç bir vakit i’dadî mektebine ne girmiş, ne muallim olmuş, ne de Arabî ders vermiştir.
Dördüncü dehşetli yalan: 31 Mart hâdisesinin başyardakçısı namını vermesi ne kadar asılsız yalan ve iftiradır ki, kırkbeş sene evvel Divan-ı Harb-i Örfî’de bir ay zarfında, Üstadımız memleketine gittiğinden sonra “İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi”ni Ahmed Ramiz iki defa rağbet-i umumiyeye binaen tab’ettirmiş. O zaman o kadar şeriat aleyhinde desiseler olduğu halde, Divan-ı Harb-i Örfî ittifakla beraet kararı vererek o “İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi” şimdiki bu dönme muharririn yalan ve iftirasını esasıyla keser. Çünki hem Divan-ı Harb-i Örfî, hem Hareket Ordusu kuvvetli delillerle anlamış ki, ihtilâli çıkaranlar başkasıdır. Üstad ise o ihtilâli kısmen bastırmış ve çok taburları itaata getirmiş ve itaat-ı askeriyeye çok hizmet etmiştir.
İşte böyle bir vatanperver ve İslâmiyetperver ve asayiş teminine çalışan ve herkesin kalbinde iman ve Kur’ân dersiyle bir yasakçıyı bırakan, asayişe ilişmeyiniz diyen Üstadımıza böyle siyasî iftira ile efkâr-ı umumiyeyi bulandırdığı için, efkâr-ı umumiye namına protesto ederiz.
Hattâ Üstadımıza dedik: “Avukatınız vasıtasıyla bu yalancı ve iftiracı muharriri mahkemeye verelim.”
Üstadımız dedi: “Ben böyle yalan ve iftiracılarla alâkadar olmak istemem.”(G.M. Emirdağ Lahikası-2 Talebe Mektupları)
İşte Üstad’dan ve talebelerinden böyle yalan ve iftiracılara cevaplar.