Müellif-i Muhterem Bediüzzaman Said Nursî’nin de ifadesiyle “Risale-i Nur, Kur’ân’ın hakikî bir tefsiri ve hakikatinin bir tercümanı ve meselelerinin bürhanıdır.”1
Risale-i Nur, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyânın bu asırda bir mu’cize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir. Evet, Risale-i Nur kalblerin fatihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi, nefislerin mürebbisi ve müzekkîsidir.2 Risale-i Nur velâyet-i Kübra yolunda gider. “Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.”3
Tefsir iki kısımdır:
Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerin mânâlarını beyan ve izah ve ispat ederler.
İkinci kısım tefsir ise: Kur’ân’ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve ispat ve izah etmektir. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Zahir malûm tefsirler, bu kısmı bazan mücmel bir tarzda derc ediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları da susturan bir mânevî tefsirdir.4
Risâle-i Nur Kur’ân’ın çok kuvvetli, kıymetli ve hakikatli bir tefsiridir. Kur’ân’ın bazı âyâtını şuhudî bir tarzda beyan eden bir nevi tefsirdir. Ve hâvi olduğu mesâil, Furkan-ı Hakîmin Cennetlerinden koparılmış birtakım gül ve çiçekleridir. Bediüzzaman Hazretleri “Tâkib ettiğim yol, akılla kalb arasında yeni açılan berzahî bir yoldur.”5 tesbitini yapar.
Evet, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir:
Biri: Tarikat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat-ı merâtip ederek hakikate geçmektir.
İkinci suret: Doğrudan doğruya, tarikat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî ile hakikate geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarik şudur. Demek, hakaik-i Kur’âniyeden tereşşuh eden nurlar ve o nurlara tercümanlık eden Sözler, o hassaya mâlik olabilirler ve mâliktirler.6
Evet “Zâhirden hakikate geçmek iki suretledir: Biri, doğrudan doğruya hakikatin incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikati ayn-ı zâhir içinde bulmaktır. İkincisi, çok merâtipten seyr ü sülûk suretiyle geçmektir.”7 Risale-i Nur doğrudan doğruya zahirden hakikate geçen kısa bir yoldur. Tarikatlerdeki seyr-ü sülûk ve ruhaniyeyi takip etmez. Zamanın usûlüne ve fehmine en muvafık, herkese şamil Kur’ânî bir yoldur.
Merhum Mehmet Âkif’in “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alarak ilhâmı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı.” Tesbitinin hayata tecelli eden ve yansıyan bir hakikatidir.
Bediüzzaman Said Nursî “Tevfik-i İlâhî refiki olan adam, tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet, Kur’ân’dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza, maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın isâl edici bir yol buldum. Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır.”8 diyerek bu asrın insanlarına arş-ı kemâlâta ulaşılacak Kur’ânî bir yolu açtığını beyan etmiştir.
Netice olarak: Risale-i Nur, bu asırda Kur’ân’ın feyziyle vücud bulan, beşerin tekemmülâtına uygun olarak Kur’ân’ın gösterdiği mu’cizeli hakikatlerin, bu tekâmül ile, saha-i fiile konulduğunu bildiren ve asrın idrakine hitap eden gayet kudsî bir tefsirdir. Bu tefsir beşerin saadet-i dünyeviyesini ve uhreviyesini temin edebilir.
Dipnotlar:
1- Şuâlar, s. 1066.
2- Müzekkî: Temizleyen ve terbiye eden.
3- Mektubat, s. 40.
4- Tarihçe-i Hayat, s. 917.
5- Mesnevî-i Nuriye, 2013, s. 121.
6- Mektubat, s. 596.
7- Sözler, s. 800.
8- Mesnevî-i Nuriye, s. 336.
Konuyla ilgili makaleler:
Müceddid kime denir ve son asrın müceddidi kimdir?
Müceddidin kelime manası yenileyen demektedir.
Sahih hadislerle bildirilen her asrın başında dinin hakikatlerini o devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere Peygamber Efendimiz’in (asm) varisi olan bir zatın dinin esaslarına, hükümlerine ve ehl-i sünnet ve’l- cemaate göre irşad vazifesini hakkıyla yerine getirmesiyle aldığı bir sıfattır.
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/seyma-turkan/muceddid-kime-denir-ve-son-asrin-muceddidi-kimdir_410427