Kur’ân’ın hükmü hakikisi kişiyi ve masum insanı merkeze alır ve suçun şahsiliğine bakar.
Fiil ve delil olmadan bir insan yakınları ve akrabalarının işlemiş olduğu hatadan dolayı suçlanamaz. Eğer suçlanırsa o kişiye zulmedilmiş olur. “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.”1 Bu ayet-i kerime siyaset-i şahsiye, cemaatiye, milliyeye dair en âdil bir düstur-i Kur’ânîyi ifade ediyor. Evet, Asrın Bedii’si “Birisinin hatâsıyla, başkası veya akrabası hatakâr olmaz, cezaya müstehak olmaz.”der. Hatta “Birisinin hatasıyla başkası mes’ul olamaz kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz.” olan Kur’ân’ın adalet-i mahza hakikatini böyle tefsir eder. Gel gör ki ahirzaman asrının fitneleri ile Kur’ân’ın adalet-i mahza olan düstur-u irade-i İlâhiyeye karşı, bu zamanda “İnsan ise, şüphesiz ki, çok zâlim ve çok nankördür.”2 sırrıyla şedit bir zulümle mukabele eder. Tarafgirlik hissiyle, bir câninin hatâsıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adâvet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir köye bomba atar. Halbuki bir mâsumun hakkı, yüz câni için feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz mâsumu birkaç câni için zararlara sokar. Mesela, hatâlı bir adama müteallik, bîçare ihtiyar valide ve pederi ve mâsum çoluk çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirâne adâvet etmek, şefkatin esasına zıttır.”3
Kur’ân’ın “Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir.”4 düstur-u İlâhiye sırrıyla insanın mahiyetindeki dehşetli kabiliyet-i zulüm böyle ifade ediliyor. Çünkü insanda, hayvanın aksine olarak, duygular ve meyiller sınırlandırılmamıştır. Bu sırdan dolayıdır ki insanda meyl-i zulüm ve hubb-u nefis dehşetli meydan alıyor. İnsanda bulunan ene ve enaniyet’in eşkâl-i habisesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat meyl-i zulüm ve hubb-u nefse eklense öyle ekberü’l-kebairi icat eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Asrın sahibi böyle ifade etmiş. Bu zaman ve zeminde yaşanan zulümler ve kıyımlar asrın sahibini tasdik etmeye devam ediyor.
Hem beşeriyette, hem âlem-i İslâm’da yaşanan zulümler beşerin isim bulamadığı ekberü’l-kebairi tasdik ediyor. Ne masum, ne mazlum, ne çocuk, ne kadın, ne yaşlı, ne hasta denmeden, acımasızca zulümler işleniyor. Ciğerler yanıyor, kalb dayanmıyor ve vicdanlar sızlamaya devam ediyor. Meded Ya Rab! diyoruz ve duâlarımızla imdad bekliyoruz!
Evet, “Birisinin hatâsıyla başkası mesul olamaz” âyet-i Kur’âniyesi ve “Bir mâsumun hakkı yüz şerir için dahi feda edilemez” gibi düstur-u Kur’âniye gereğince, yüzde on zâlimler yüzünden doksan mâsumlara zarar vermek, hakikî adalete, evâmir-i Kur’âniyeye tamamen zıttır.
Eğer beşer bütün bütün yoldan çıkar, maddî ve mânevî bir kıyamet başına koparsa bilinsin ki bu kadar dehşetli zulümler kıyametin komasına sebep olabilir. Çünkü “mazlumun ahı arşı titretir” diye bir düstur vardır. Beşer kendi bulaşık eliyle sonunu hazırlamaya mı gidiyor diye endişeleniyor insan.
Ey insan-ı zalim! Kur’ân’ın evamir-i kat’iyesine derhal sarıl ve insanlığın saadetinin ve beşeriyetin sulh-u umûmîsinin adalet-i Kur’âniye ile olacağına inan ve O’na tabi ol, kurtul! Yoksa hem sen, hem yalancı olan dünya cennetin cehenneme doğru gidiyor, bil ki aldanmakta fayda yok! Aklını başına al ve insanlığa zulmetmeyi bırak! Çünkü “saadet-i beşeriye, dünyada adalet ile olabilir. Adalet ise doğrudan doğruya Kur’ân’ın gösterdiği yol ile olabilir.”5
Dipnot:
1 En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7
2 İbrahim Sûresi, 14:34
3 Emirdağ Lahikası-I,83
4 Ahzab Suresi: 72
5 Eski Said Eserleri,s.368