Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazîfeleri, ulûm-u îmâniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzâhlarıdır veya tanzimleridir.”1
Şimdi hakîkat-i hâl böyle iken ne yapabiliriz?
Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olabilirler, buna mâni bir durum yok. Bu allâme ve müctehidlerin dahi vazîfeleri, ulûm-u îmâniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzahlarıdır veya tanzimleridir.
Acaba şerh, îzâh veya tanzimden neler anlıyoruz? Bu konuyu incelememiz gerekiyor.
Meselâ şerh ve îzâh için şu açıklamayı yapar Bedîüzzamân Hazretleri: “Evet, Risâle-i Nur size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı îmâniyenin her birisine, meselâ Kur’ân kelâmullah olduğuna ve i’câzî nüktelerine dair müteferrik risâlelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir îzâh ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir.”2 Bundan daha güzel bir şerh ve izah tarifi olamaz diye düşünüyoruz. Böylece şerh ve izahın yolu da gösterilmiş oluyor. Çünkü Risale-i Nur eserlerinin her birinin kendi makamında riyaseti vardır. Hem Risale-i Nur kendi kendini şerh ve izah eden nadide bir tefsirdir. Bir risalenin izahı, başka bir risalede varsa oradan bulup okumak ve izah ettirmek Risale-i Nur’un ruh-u aslisine daha uygun bir yol olur.
Pekâla daire içinden, şerh veya îzâh harici bir şey yapanları neler bekliyor?
Böyle bir soruya da cevap yine Üstad’dan geliyor. Şöyle ki: “Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve îzâh haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.”3 Öyleyse şerh ve îzâh haricinde bir şey yazanlar, bu fiilî nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle yapmış oluyorlar. Bu durum tehlikeli bir hâl ve lüzumsuz bir teşebbüstür. O halde bizlere mükemmel bir me’haz olan Risale-i Nur eserlerinin haricinde şerh ve îzah harici bir vaziyete tevessül edilmemesi gerekiyor. Yoksa “soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik” fiili işlenmiş olur.
O halde kısaca “Risale-i Nur’un mahiyeti nedir?” diye soracak olursak;
Bu soruya cevap da yine Bediüzzaman Hazretleri’nden geliyor: “Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır.”4 Ayrıca “Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’ın bâhir bir burhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’câz-ı mânevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuâsı ve o mâden-i ilm-i hakikatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i mânevîyesi”5dir. Ayrıca Risale-i Nur, Kur’ân’ın îmânî olan hakîkatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve ispat ve izah etmektedir. Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’dan mülhem, emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları da susturan bir mânevî tefsirdir. Böylece “Risale-i Nur, Kur’ân âyetlerinin nurlu bir tefsiri, baştan başa îmân ve tevhid hakîkatleriyle müberhen (delil ile isbatlanmış), her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış, müsbet ilimlerle mücehhez (techiz edilmiş), vesveseli şüphecileri ikna ediyor. En avamdan en havassa kadar herkese hitap edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor.”6
Kısaca “Bediüzzaman Hazretlerinin mahiyeti ve vazifesi nedir?” diye soracak olursak;
Cevap olarak Risale-i Nur’da şu ifadeler yer alır: “Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u îmâniyedeki fetvâ vazîfesiyle tavzif edilmişiz.”7
Bu noktayı Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder: “Hem Risale-i Nur zahiren benim eserim olmak haysiyetiyle senâ etmiyorum. Belki yalnız Kur’ân’ın bir tefsiri ve Kur’ân’dan mülhem bir tercüman-ı hakikîsi ve îmânın hüccetleri ve dellâlı olmak haysiyetiyle meziyetlerini beyan ediyorum. Hattâ, bir kısım risaleleri ihtiyarım haricinde yazdığım gibi Risale-i Nur’un ehemmiyetini zikretmekte ihtiyarsız hükmündeyim.”8 “Hem bu yazdığımız hakikatlar benim fikrim, malım değil; belki herkesin kalbinin bir köşesinde bulunan bir lümme-i şeytanî ve vesveseci bulunduğu gibi, bir lümme-i ilhâm ve melekî bulunduğuna ehl-i hakîkat ve diyânetin hükümlerine binâen, benim kalbimde dahi herkes gibi, bazen ihtiyarım haricinde ve fikrimin fevkinde hatırıma bir hakikat hutur eder. Yani, Kur’ân’dan mânevî bir cânibde bir nev’î ilham hükmünde, bir güzel nükte ifham edilir.”9 “Hem telif, ihtiyarımız dairesinde değil.”10 Kardeşlerim, hiç merak etmeyiniz. Kat’î kanaatim geldi, bizler bir inayet altında, gayet ehemmiyetli bir hizmette ve ihtiyar ve iktidarımız haricinde bir dest-i gaybî tarafından istihdam ediliyoruz.11 Bilmecburiye ilân ediyorum ki, ihtiyarımız ve haberimiz olmadan, birisi bizi istihdam ediyor; biz bilmeyerek bizi mühim işlerde çalıştırıyor.12
Böylece Bediüzzaman Hazretleri Kur’ân’ın mânevî bir mu’cizesi olan bu durûs-u Kur’âniyede vazifeli olduğunu söylemiş, “şu i’câzın bir nev’îni şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.”13 demiştir. Görüldüğü üzere Bediüzzaman Hazretleri bu ulûm-u îmâniyedeki fetvâ vazîfesiyle tavzif olduğunu defaatle eserlerinde ifade ediyor.
Haftaya devam edelim inşâallah.
Dipnotlar:
1- Mektubat, 2005, s: 725.
2- Barla Lâhikası, 2006, s: 588.
3- Mektubat, 2005, s: 725.
4- Mektubat, 2005, s: 725.
5- Şuâlar, 2005, s: 1056.
6- Tarihçe-i Hayat, 2005, s: 1047.
7- Mektubat, 2005, s: 725.
8- Şuâlar, 2005, s: 1112.
9- Sirâcü’n-Nûr, s. 2303.
10- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 195.
11- Emirdağ Lâhikası, 2006, s: 62.
12- Mektubat, 2005, s: 629.
13- Mektubat, 2005, s: 625.