Târihî açıdan Bediüzzaman Said Nursî’nin Divan-ı Harb-i Örfî Savunması1 çalışmasında İttihâd ve Tarakkî ile ilgili açıklamalara yer verilmiştir. Buraya göre: “İttihâd ve Terakkî fırkasının kökenleri ve yapısı, iç ve dış destekçileri analiz edildiğinde, o döneme ait karanlıkta kalan birçok konu ve hadise kendiliğinden aydınlığa kavuşacaktır. Bu sebeple, 31 Mart sürecinde gelişen olaylarda kesinlikle İttihâd ve Terakkî’yi göz ardı edemeyiz.
İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’ne kısaca temas etmekte fayda var. “İstibdat idaresini meşrûtî bir yönetime dönüştürmek maksadıyla 21 Mayıs 1305 (2 Haziran 1889) tarihinde İbrahim Temo (Ohri), Abdullah Cevdet (Arapkir), İshak Sükut (Diyarbakır), Çerkez Mehmed Reşid (Kafkasya), daha sonra Hikmet Emin (Konya), Cevdet Osman, Kerim Sebati, Mekkeli Sabri Bey, Selânikli Dr. Nazım Bey, Şerafettin Mağmumî, Giritli Şefik, Bakülü Hüseyinzade Ali tarafından teşekkül edilmiştir. Gizli olarak teşkil edilen cemiyetin ilk adı, İddihâd-ı Osmanî ya da İnkılâb-ı Osmanî’dir.
Teşekkülünde Mason ve Carbonari teşkilâtlarının da etkili olduğu cemiyetin kurulmasına sebep olan etken Devlet-i Âli’nin içinde bulunduğu siyâsî, idârî, sosyal ve iktisâdî bunalımdı. Cemiyet, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında örgütsel manada büyük bir mesafe kat etmekteydi. Mektep talebeleri arasında olduğu kadar İttihâdçılık, genç subaylar arasında da gittikçe taraftar kazanmaktaydı. Ahmet Rıza ile Nazım, Cemiyetin çalışmaları ve adı üzerinde fikir teatisinde bulunduktan sonra ortak bir karar almışlardır. Buna göre 1894 tarihinde Paris’te Osmanlı Terakkî ve İttihâd Cemiyeti teşekkül olunmuştur. Merkezi Paris olan Osmanlı Terakkî ve İttihâd Cemiyeti ile merkezi Selânik olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti 27 Eylül 1907’de Osmanlı İttihâd ve Terakkî Cemiyeti adı altında birleştirilmesiyle teşkilât amaç ve örgüt açısından dinamiklilik kazandı.2
Yine İttihâd ve Terakkî konusunda: “Rumeli’deki asıl örgütlenme Eylül 1906’da Talat, Rahmi ve İsmail Canbolat’ın 7 arkadaşıyla kurdukları Osmanlı Hürriyet Cemiyeti oldu. Kurucular ve üyelerden kimileri asker, kimileri sivildi. Hücre tarzında örgütleniyorlardı. Üye olmak isteyenler gece vakti üç maskeli karşısında Kur’ân ve tabanca üzerine yemin ediyorlardı. Yeni üyeye ihanetin ölümle cezalandırılacağı özenle belirtiliyordu. 1907’de bu cemiyetle Paris’teki İttihâdçılar birleştiler, birleşik örgüt İttihâd Terakkî adını aldı.” 3
Bediüzzaman Hazretleri, 1907’nin son aylarından, 1910’un Mart arasında İstanbul’da bulunup bir derece siyasetle meşgul olduğu o dönemde bulunduğu İttihâd ve Terakkî’ye değil, İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti’ne mensup idi ve bu cemiyet de siyasetle değil, toplumu ıslâh ile meşgul oluyordu.
Bediüzzaman İttihat ve Terakkî’yi tasnif ediyor
“Eyyühe’l-avam! Şimdi Allahaısmarladık, siz durunuz; havas ile konuşulacak bir dâvâm var. Hükûmet ve eşraf ve İttihâd-Terakkîye mason olmayan kısmına karşı bir mühim meselem var.”4 diyen Bediüzzaman, ‘İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’nin hürriyetçi ve meşrûtiyetçi eğilimlerini desteklerken, mason kısmının istibdatçı uygulamalarını eleştirmiştir. Bediüzzaman, İttihâdçılar hakkındaki kanâat ve tutumunu bir eserinde şöyle ifade eder: “Eski Said’in İttihâd-ı Terakkî Komitesi’ne şiddet-i muhalefetiyle beraber, onların hükûmetine ve bilhassa orduya karşı tarafgirâne yüksek takdirâtı ve iltizamları ise, bir hiss-i kablelvukuyla, yağı içinde bulunan o cemâat-i askeriyede ve o cemiyet-i milliyede bir milyona yakın evliya mertebesinde olan şühedayı altı yedi sene sonra tezâhür edeceğini hissetmiş, ihtiyarsız olarak, meşrebine muhalif, onlara dört sene tarafgir bulunmuş. Sabık harb-i umûmî çalkamasıyla, o mübarek yağı alındı, yağı alınmış bir ayrana döndü. Yeni Said dahi Eski Said’e muhalefet edip, mücahedesine döndü.” 5
Görüldüğü üzere Bediüzzaman İttihad ve Terakkî’yi tasnif ederek iki cihetle değerlendiriyor. İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’nin gizli ve komite tarzında çalışan kısmına şiddetli muhalefet etmekle beraber; İttihâd ve Terakkî hükûmetine ve bilhassa orduya karşı tarafgirâne yüksek takdirâtı ve iltizamlarını ise takdir ediyor ve ihtiyarsız olarak, meşrebine muhalif, onlara dört sene tarafgir bulunuyor. Bediüzzaman hiçbir zaman toptancı bir yaklaşım için olmamıştır. Hakperest olmak ve adalet-i hakikiye düsturu ile Kur’ân’ın dört esasından birisi olan adalet-i mahzadan ayrılmamıştır.
Dipnotlar:
1- Atilla Yılmaz, Tarihî açıdan Bediüzzaman Said Nursî’nin Divan-ı Harb-i Örfî Savunması.
2- Dr. Taner Aslan, İttihad-ı Osmani’den Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne, Aksaray Ünv. Fen-Edb. Fak. Tarih Böl. Bilig-Güz-2008. Sayı. 47 Ahmet Yesevi Ün. Müt.Hey. Bşk.lığı.
3- Prof. Dr. Sina Akşin, Ana çizgileriyle Türkiye’nin yakın tarihi 1789-1980, İmaj Yay, Ankara, 2001, 6. 43.
4- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 289.
5- Kastamonu Lâhikası, 2013, s. 95.