Bediüzzaman Hazretleri 1907’de İstanbul’a Padişah ile görüşmeye gittiğinde onunla görüştürülmemiş ve gâyesini (Şarkta din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı üniversite açılması isteğini) padişaha bizzat anlatamamış.
Gelişen hâdiseler farklı noktalara çevrilmiş ve Bediüzzaman Hazretleri yaşadığı hadiseleri: “Vaktâ ki hürriyet divanelikle yâd olunurdu; zayıf istibdâd (Abdülhamid döneminde uygulanan istibdada işaret ediyor.) tımarhaneyi bana mektep eyledi. Vaktâ ki i’tidâl, istikamet; irticâ’ ile iltibâs olundu; Meşrûtiyet’te şiddetli istibdâd (31 Mart sonrası zamana işaret ediyor.), hapishaneyi mektep yaptı.” 1 şekliyle ifade etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri hayatının her devresinde yanlış uygulamaların karşısında tavrını net olarak göstermiştir. Yaptığı ikaz ve ihtarlar yıkıcı olmayıp, yapıcı ve yol gösterici olmuştur. “Fakat, meşrû’, hakîkî Meşrûtiyetin müsemmâsına ahd’ü peymân ettiğimden, istibdâd ne şekilde olursa olsun, Meşrûtiyet libâsı giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille vuracağım.” 2 diyerek hürriyet ve istibdad meselesinde isimlerin değil, prensiplerin önemli olduğunu söylemiştir. İstibdad ve baskı nereden ve kimden gelirse gelsin Bediüzzaman istibdadın karşısında, hürriyet-i şer’iyenin tarafında duruşunu net olarak göstermiştir. Bediüzzaman bu noktada hiç tereddüt göstermeden duruşunu hakkın hatırından yana kullanmış, şahsın hatırını kırmıştır. Sultan Abdülhamid’in yönetiminde gördüğü hatalar karşısında da bu duruşunu sürdürmüştür. “Bununla beraber, istibdat kendini muhafaza etmek için herkese vesvese verdiği gibi, beni inkılâptan on sene evvel aldattı ki…” 3 ifadeleriyle Bediüzzaman’ın Abdülhamid devrini istibdad olarak niteleyen bu ve benzeri daha birçok tesbiti için Münâzarât eserini biraz karıştırmak yeterli olacaktır. Kulaktan dolma, taraflı ve yalan-yanlış malûmatlarla değil, bu konuda da bizzat eserlerine müracaat edilmelidir.
Zayıf istibdattan sonra şiddetli istibdâda da karşı duruş
Bediüzzaman, hürriyet perdesi altında şiddetli bir istibdatı tesis etmeye çalışanları da teşhis ve tesbit etmiş olup, bunu şöyle ifade etmiş: “Şedît bir istibdâd ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermâdır. Güya istibdâd ve hafîyelik tenâsûh etmiş. Ve maksat da Sultan Abdülhamid’den istirdâd-ı hürriyet (hürriyeti geri almak) değilmiş. Belki hafif ve az istibdâdı, şiddetli ve kesretli yapmakmış.” 4 Burada da görüldüğü gibi Bediüzzaman’ın itiraz ve reddiyeleri, sadece Abdülhamid zamanında uygulanan istibdad yönetimine değil; II. Meşrûtiyet’in ilânından sonra idareye gelen İttihad ve Terakkî yönetimi için de geçerlidir. Dediğimiz gibi Bediüzzaman itiraz ve ihtarlarını şahıslar üzerinden değil, idare ve uygulamalar üzerinden yapmıştır. Bu nokta Bediüzzaman’ın çok önemli bir farkıdır. Bu farkı fark etmeyenler ya cehaletinden, ya taassubundan, yâ da siyasî tarafgirliğinden Bediüzzaman’ın hakperest duruşunu anlayamayacaktır.
Bediüzzaman gazete lisânıyla Abdülhamid’e sesleniyor
Bediüzzaman’ın bir diğer değerlendirmesi de: “Daire-i İslâm’ın merkezi ve râbıtası olan nokta-i hilâfeti elinden kaçırmamak fikriyle ve sâbık Sultan merhûm Abdülhamid Han Hazretleri sâbık içtimâî kusûratını derk ile nedâmet ederek kabûl-ü nasihate isti’dâd kesbetmiş zannıyla ve “Aslâh tarik musalâhadır” 5 mülâhazasıyla, şimdiki en çok ağraz ve infiâlâta mebde ve tohum olan bu vukû’â gelen şiddet sûretini dahâ ahsen sûrette düşündüğümden, merhûm Sultan-ı sâbıka (Sultan Abdülhamid’e) ceride lisânıyla söyledim ki: Münhasif Yıldızı darülfünûn et, tâ Süreyya kadar âli olsun. Ve oraya seyyâhlar, zebânîler yerine ehl-i hakîkat melâike-i rahmeti yerleştir, tâ Cennet gibi olsun. Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedâvî için büyük dînî darülfünûnlara sarf ile millete iâde et. Ve milletin mürüvvet ve muhabbetine i’timâd et. Zirâ’, senin şâhâne idârene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terk et. Zekâtü’l-ömrü ömr-ü sâni yolunda sarf eyle. Şimdi muvâzene edelim: Yıldız eğlence yeri olmalı veya darülfünûn olmalı? Ve içinde seyyâhlar gezmeli veya ulemâ tedrîs etmeli? Ve gasp edilmiş olmalı veyahut hediye edilmiş olmalı? Hangisi dahâ iyidir? İnsaf sahipleri hükmetsin.” 6 Burada da ifade edildiği üzere Bediüzzaman, Abdülhamid Han’a yol gösteriyor, onun içtimâî kusurunu derk edip, nasihatı kabul edebilir ümidiyle gazete lisânıyla telkinatlarda bulunduğunu ifade ediyor. Yeni yönetim şekli olan meşrûti idare sonrası çıkış reçetesi mesabesinde olan önemli tavsiyelerde bulunuyor. Yıldız Sarayı’nı din ve fen ilimleri okutulan bir üniversiteye çevrilmesi konusundaki ısrarını bu defa gazete yazılarıyla ona ulaştırmak istiyor. Milletin asıl hastalığı olan cehaletin ancak bu şekilde izale olunacağını, milletin kalb hastalığının dinî zafiyet olduğunu ve bunun tedavi edilerek ancak kurtulabileceğini anlatıyor. Böylece hem Şark’ın, hem de İstanbul ve Anadolu’nun ihya olabileceğini karşılıklı müsbet ve menfî muvazenelerle ifade ediyor.
Dipnotlar:
1- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harbi Örfi), 2013, s. 117. 2- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harbi Örfi), 2009, s. 136. 3- Eski Saîd Dönemi Eserleri Münâzarât), 2009, s. 289. 4- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harbi Örfi), 2009, s. 144. 5- En güzel yol barıştır. 6- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harbi örfi), 2009, s. 134-135.