Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, Bediüzzaman ve Sultan Abdülhamid arasında geçen hadiseleri bahsetmek ve târihî seyri içinde olaylara objektif yaklaşmak kolay değildir. Bunu daha önce kaleme aldığımız ve Yeni Asya’da yayınlanan birkaç yazıdan dolayı yakînen biliyorum. Halen en fazla yorum ve itiraz alan yazılar olarak internet sitelerinde bu yazılar duruyor. 1 Bu tür itiraz ve yorumlar, bilgi ve belge kaynaklı değil, tamamen tarafgir ve siyâsetçilik üzerine bina edilmiş olduğu görülüyor. Hadisenin ekser târihçiler noktasından değerlendirilmesi de bundan farklı değil. Anladığımız odur ki, bu konuda Bediüzzaman tam mânâsıyla anlaşılmış da değildir. Hatta yanlış anlaşılmış ve Bediüzzaman’ın ifade etmediği düşünceler ona mal edilmeye çalışılmıştır. Burada ya peşin kabuller, ya da başka saikler söz konusudur. Hâlbuki Bediüzzaman, her meselede olduğu gibi, Sultan Abdülhamid meselesinde de gayet nettir. Görüş, düşünce ve değerlendirmeleri eserlerinde açık olarak ifade edilmiştir. Meseleyi hakkaniyet, hakperest ve adalet içerisinde değerlendirenler bunu açık olarak görecektir. Bizler de daha geniş bir çalışma ile bu konuyu gündemimize almak istedik. Risale-i Nur’u tarayarak Bediüzzaman’ın Sultan Abdülhamid hakkındaki tesbit ve değerlendirmelerinin tamamına ulaşmaya ve değerlendirmeye çalıştık. Gayemiz kaynak ve belgelere dayalı olarak meseleyi tavazzuh ettirmek ve târihe yanlış olarak aksettirilen meselelere cila vurmaya çalışarak yanlış telâkkileri telâfi etmektir.
Bediüzzaman Tımarhaneye Abdülhamin’in Emriyle Sürüklenir
Bilindiği üzere Sultan II. Abdülhamid hakkında ifrât ve tefrît noktada değerlendirmeler var. Hatta zaman zaman hem yazılarda, hem kitaplarda, hem de bizzat muhataplarımızdan dinlediğimize göre Bediüzzaman Hazretleri’nin Sultan II. Abdülhamid ile ilgili tenkitleri olduğu, ona muhalif ve muarız olarak hareket ettiği dillendirilir. Acaba bu gibi mülâhazalar doğru mudur? Elbette bu mülâhazaların bir îzâhı ve açıklaması olmalıdır. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde bu konu ile ilgili açıklamalar yapmış ve meseleyi hakkâniyet içerisinde değerlendirmiştir. Bediüzzaman Hazretleri’nin Sultan Abdülhamid’e mühim tavsiye ve ikazlarda bulunduğu doğrudur. Ancak bu tavsiye ve ikazların konumu, şartları ve zamanı önemlidir. Bediüzzaman 1907’nin son aylarına doğru (18 Kasım 1907’den sonraki bir günde) İstanbul’a gelir, Meşrûtiyet’in ilânından sonra söylediği bir nutkunda, Sultan Abdülhamid’i, “Yaşasın yaraları tedâvi etmek fikrinde olan halife-i Peygamberî” 2 diye vasıflandırırken; Şuâlar eserinde “Merhum Sultan Hamid’in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim.” 3 ifadesi ve “İstanbul’a gelmesiyle beraber merhum Sultan Abdülhamid tarafından suret-i ciddiyede tarassut altına aldırıldı; birkaç kere tevkif edildi. Nihayet bir gün geldi, Said Nursî’yi Üsküdar’a, Toptaşı’na yolladılar.” 4 bilgileri, Bediüzzaman’ın tımarhaneye gönderilmesinin Abdülhamid’in emri ve suret-i ciddiyetle bilgisi dahilinde olduğunu gösteriyor. Öyleyse hadiselere bakarken ve değerlendirirken her iki ciheti de nazar-ı dikkate alarak değerlendirme yapmak gerekir ki, tarafgirlik girmesin ve hakkaniyetle meseleler gün yüzüne çıkmış olsun. Yoksa bir kısır döngü içine girilmiş olur. Birileri Abdülhamid’e zerre kadar kusur iraz etmezken, Bediüzzaman’ı yermeye kalkar. Böylece işin hakikati perdelenmiş olur. Târihî süreci içinde yaşanmış olan doğru hadiseler de karanlıkta kalmaya mahkûm olmuş olur.
İstibdadı Hürriyet Zannetmek
Bediüzzaman, Abdülhamid’in mecbûr kaldığı istibdâd yönetimine de şöyle işaret etmiş ve ona şiddetli hücûm edenlerin çok da haklı olmadığını ifâde etmeye çalışmıştır. “Hem de çok adamlar görmüşüm, Sultan Abdülhamid’e ahrardan ziyâde hücûm ederdi ve derdi: “Hürriyeti ve kânûn-u esâsîyi otuz sene evvel kabûl ettiği için fenâdır.” İşte yahu, Sultan Abdülhamid’in mecbûr olduğu istibdâdını hürriyet zanneden ve kânûn-u esâsînin müsemmâsız isminden ürken adamın sözünde ne kıymet olur.” 5 İlginç değil mi? “Sultan Abdülhamid’in mecbûr olduğu istibdâdını hürriyet zannetmek” düşüncesi galiben halen de izale olmuş değildir. Kanâatim odur ki aradan yüz yıl geçmesine rağmen, bu konuda halen çok fazla bir şeyin değişmediğini yaşadığımız hadiseler gösteriyor.
O Şefkatli Sultana Boyun Eğmedim
Bediüzzaman, Abdülhamid döneminde kendisine yapılan akıl almaz teklifler ve muameleler karşısında “Aklımı fedâ ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli Sultana boyun eğmedim. Şahsî menfaâtimi terk ettim.” 6 ifadeleriyle de duruşunun hakkaniyet ve hürriyet tarafında olduğunu açıkça fiilî olarak göstermiştir. Bediüzzaman’ın asıl maksadı şerîatın tarif ettiği hürriyetin tatbikatı ve istibdadın ref edilmesidir. Bu açık fark kaçırıldığı an, Bediüzzaman yanlış anlaşılacak ve muhalefetinin muhatabı Abdülhamid’in şahsı zannedilecektir. Zaten Abdülhamid muhibbanlarının genel kanaati de böyledir. Netice itibarıyla Bediüzzaman hakkıyla anlaşılamamış veya yanlış anlaşılmış olacaktır.
(Konuya birçok cihetiyle seri yazılar olarak devam edilecektir.)
Dipnotlar:
1- http://www.sorularlasaidnursi.com/bediuzzaman-abdulhamid-han-ve-helallik-meselesi/#comment-7128
2- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Nutuk), 2013, s.182.
3- Şuâlar, 2013, s. 782.
4- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfî), 2013, s. 114.
5- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 238.
6- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harbi örfi), 2013, s.133.