31 Mart Vak’ası’nın arka planında yaşanan olayları aralayabilmek ve anlayabilmek için istifade ettiğimiz kaynaklardan 1 hâdiseye temas eden noktaları nazarlara sunalım inşâallah. Böylece olayların arka planında cereyan eden nokta-i siyah alanlar biraz aralanmış olabilsin.
II. Meşrûtiyet’in ilânıyla birlikte bütün toplumda mâkes bulan ümit havası, gelişen hâdiseler sebebiyle yerini ümitsizliğe bırakmıştı. Beklentiler boşa çıkmıştı. İnsanlar hayal kırıklığına uğradılar ve memnuniyetsizlik alabildiğine arttı. Uygulamaya konulan yanlış icraatlar karşısında, önceden taraftar olan insanlar dahi, hüsn-ü zanlarını yitirdiler. Bu gelişmeler sırasında hep arka planda kalan ve henüz resmî bir parti olmayan İttihâd ve Terakkî Cemiyeti, isyandan bir gün önce açılmış ve siyasî bir parti olduğunu ilân etmişti.2 İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’nin üyeleri, resmen iktidarda3 olmadıkları için, kimseye karşı sorumlu değildi. Fakat hükümet işlerine sürekli müdahale etmeye başlamışlardı. Müdahalenin dozu zamanla iyice arttı. Ayrıca, Sultan Abdülhamid’in aksine, hiçbir idârî tecrübeye sahip olmamaları ve daha da kötüsü tecrübesiz olduklarını kabul etmemeleri, sürekli toprak kaybeden Osmanlı Devleti’ni, geri dönülmez bir uçuruma sürükledi. Bu sıralarda sansür kaldırılmıştı. İttihadçılar, basın yoluyla Osmanlı Sultanı’na acımasızca hücum etmeye başladılar. Bir yandan (görünürde) anayasal sistemi sahiplenirken, diğer yandan topluma kendi görüşlerini kabul ettirme gayretine düşmüşlerdi. Bu yönde gerçekleştirdikleri her bir icraat, içlerindeki mutlakıyetçi eğilimleri biraz daha gün yüzüne çıkardı. Gerçek yüzlerini gösterdikçe, kendilerine karşı kamuoyunda var olan olumlu imaj da hızla kayboldu ve halkın güveni ve sevgisi iyiden iyiye zayıfladı. Partiler ve cemiyetler arasındaki mücadele ve çatışmalar daha da şiddetlendi. Basın organları birer savaş meydanına dönüştü. Bu gelişmeler sırasında İttihadçılar, kendi konumlarını sağlamlaştırmak için gizli ve gayr-i kânûnî yöntemlere müracâat ettiler. Meselâ, muhaliflerini yok etmek için gittikçe artan bir şekilde sürekli güç kullandılar. Hatta en küçük muhalefete dahi şiddetle karşılık vermeye başladılar. Diğer yandan cemiyetlerinin “Cemiyet-i Mukadderse” olduğuna ve kendilerinin de “Münci-i Millet (Milletin Kurtarıcıları)” olduklarına inanıyorlardı. İnsanları yıldırma gayretleri ve politik şiddet, bir süre sonra bir terör havası estirdi ve her zaman bu hâdiseleri körükleyenler perde arkasında kaldı. 4
“İttihâd ve Terakkî Cemiyeti, 31 Mart Hâdisesi’ni bir irticâî hareket olarak ilan etmiş 5 ve bu hareketin esas sorumlusu olarak da Sultan Abdülhamid’i göstermişti. 6 İttihâd ve Terakkî Cemiyeti yönetimine karşı duyulan öfkeye dair birçok sebep ileri sürülmekle birlikte isyanın çıkış sebepleri hakkında tatmin edici bir açıklama henüz yapılabilmiş değildir. Üstelik hâlihazırda, elimizde bulunan kaynak ve belgelerin tarafsız bir şekilde incelenmediğine de şahit olmaktayız. O günlerin medyasında yayınlanan haber ve yorumlarda olduğu gibi, günümüzde de, o dönemin kişi ve hâdiselerine İttihâd ve Terakkî Cemiyeti cephesinden bakılmakta, ona göre değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu açıdan bakıp yorum yapanlara göre, 31 Mart Hâdisesi irticâi bir hareketti. Çünkü İttihâd-ı Muhammedî (asm) Cem’iyyeti, liberal anayasal rejimi reddediyordu ve Sultan Abdülhamid’in hürriyetleri sınırlandırıcı yönetimine geri dönmeyi amaçlıyordu. Buna karşılık, İttihâd-ı Muhammedî (asm) Cem’iyyeti üyelerinin, Volkan Gazetesi’nde kendilerinin de ifade ettikleri gibi, böyle talepleri yoktu. Üstelik tanınmış bir târihçi tarafından yapılan bir yoruma göre, İttihâd ve Terakkî Cemiyeti, bütün rakiplerini “mürteci” olarak lanse ederken, “irtica” kelimesini “muhalefet” kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanıyordu.” 7
Bazı tarihçilerin görüşü ve kaynakların belirttiğine göre; 8 isyan, İngilizlerle işbirliği içinde olan liberaller tarafından çıkartıldı ve Vahdetî tarafından yönetildi. Ancak, daha sonra hâdiseler onların da kontrolünden çıktı. 9 Bu görüşü ileri sürenler asıl failleri gizliyor ve perde arkasında etkili olan komiteleri kaçırıyor. Hadise bu kadar yüzeysel ve basit değil. Bu düşünceye sahip olanlar bir nevi hedef şaşırtma yolunu seçmiş oluyorlar. Burada şunu da ifade edelim, Derviş Vahdetî’nin tahrik edici yazılarının toplum üzerinde ve 31 Mart hadisesine katılanları heyecana getirmekte etkili olduğu söylenebilir. Ancak 31 Mart’ın bütün sorumluluğu Derviş Vahdetî’ye yüklenemez. Meseleye böyle yaklaşılırsa asıl failler atlanmış olur ve perde altında saklı kalır. Derviş Vahdetî metod olarak Bediüzzaman’dan çok farklı bir yol takip etmiş olup, müfrit bir mizaca sahiptir. Bediüzzaman Vahdetî’yi teskin etmeye ve itidalli olmaya dâvet etmiştir. Derviş Vahdetî bir nevi “dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan olanlar” 10 sınıfına dahil olabilecek fıtrata sahip bir şahsiyetti. Bu özelliği cihetiyle 31 Mart öncesi yazdığı yazılar kışkırtıcı bir üslûba sahipti. Yoksa Bediüzzaman durup dururken kendisini ikaz edici yazılar kaleme almazdı. Zaten Hareket Ordusu Ayastefanos’a geldiğinde kendisi de kayıplara karışır. Gizlenir ve Ege Denizi üzerinden Yunanistan’a geçmeye çalışırken yakalanır. Divan-ı Harb’de yargılandıktan sonra Ayasofya Meydanı’nda asılır.
Dipnotlar:
1- Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursî Entelektüel Biyografi, 2006, s. 101, 102, 103.
2- Lewis, Emercenge of Modern Turkey, s. 215.
3- Bu dönemde muhalefet partisi konumunda olan Ahrâr-ı Osmaniye Fırkası hükümeti iş başında bulunuyordu.
4- Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursî Entelektüel Biyografi, 2006, s. 102, 103.
5- Özçelik, Sahibini Arayan Meşrûtiyet, s. 271; Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, 1:185.
6- Zürcher, Turkey, s. 103.
7- Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, 4:364; Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası, s. 33.
8- Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, 1:148.
9- Zürcher, Turkey, s. 103, 104.
10- Eski Said Dönemi Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfî), 2020, s. 133.