"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ölüme karşı Nur-u Kur’ân’la cidaldeyiz

Süleyman KÖSMENE
19 Eylül 2018, Çarşamba
Rabia İlhan: “Üstadın bahsettiği, “bizler ölüme karşı nur-u Kur’ân’la cidaldeyiz” sözünü nasıl anlamalıyız?”

Ölüme karşı cidal, her halde salt meydan okumakla olmaz.Gerçi eskiden meydan okuyanlar da olmuş. İslâm kahramanlarından birisi, onca savaşlara katılmış, cephelerde düşmana ok atmış, kılıç sallamış, ama cephede ölmemiş.

Azrail onu evinde, sıcak yatağında yakalamış.

O da kızmış; silâhını kuşanmış, kılıcını almış, atına binmiş ve ölüme meydan okumuş:

“Hey ölüm! Şimdi gel, al beni! Yıllarca vatan sathında cephelerde çarpıştım, beni almadın! Beni sıcak yatağımda yakalıyorsun! Bu bana reva mıdır?” demiş.

Mücahitlerin ruhunu kabzeden melek gelmiş ve adamın ruhunu kabzetmiş.

İnsan hizmet ettiği, ömrünü adadığı, hayatını vakfettiği yolda ruhunun kabzedilmesini ister. Peygamber Efendimiz’in (asm) şu müjdesine hizmet yolunda nail olmak ister: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” 1

Ölüm haktır ve gerçektir. Kabir hayatı haktır ve gerçektir. Mahşerde sorgu haktır ve gerçektir. Allah’ın affı ve mağfireti haktır ve gerçektir. Allah’ın izni çerçevesinde Peygamber Efendimiz’in (asm) şefaati haktır ve gerçektir. Sırat haktır ve gerçektir. Allah’ın diledikleri için Cennet, diledikleri için Cehennem haktır ve gerçektir. Âmenna.

Hak ve gerçek olan bu meseleler, asrımızda öyle gürültüye gidiyor ki… Sanki ölüme karşı tedbir almak insanın elindeymiş gibi… Sanki yolu kabirden ve haşirden geçmeyecekmiş gibi… İnsan bir istiğna hali yaşıyor.

Belki gafletinden, belki dehşetinden, belki hayretinden, belki dünyanın sıkletinden…

Ama ölüm geliyor.

Ve dünyanın hiçbir felsefesi, hiçbir dâvâsı, hiçbir fikir hareketi, hiçbir inancı insanı İslâm imanının hazırladığı kadar ölüme hazırlamıyor, İslâm imanının sevdirdiği kadar ölümü sevdirmiyor, İslâm imanının anlattığı gerçeklikle ölümü anlatmıyor. Felsefeler, dâvâlar, fikir hareketleri, inançlar ölüm dendiğinde başını çevirip geçiyor.

Oysa iş başını çevirip geçecek kadar sıradan olsaydı, nice büyükler ölümü yenmiş olurlar, nice zenginler ölümü halletmiş olurlar, nice düşünen kafalar ölüme çare bulurlardı.

İslâm imanı ise ölümü yok saymamızı değil, keşfetmemizi sağlıyor. Ölüm denince başımızı çevirip geçmemizi değil, ölümü sevmemizi ve ölüme hazırlık yapmamızı sağlıyor.

İşte Risale-i Nur asrımızda İslâm imanının mümessilidir. Kur’ân’ın nuru ile ölüm meselesini halletmiştir. Ölümün bozulmak, çürümek, sönmek, idam edilmek, yok olmak, ebedî ayrılmak, bitmek, tükenmek olmadığını ispat etmiştir.

“Madem her şey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip, ibka etmek çaresi yok mu?” diye soran ve dehşet içinde kalan insana karşı, Kur’ân’ın:

“Evet, var. Hem, beş mertebe kârlı bir surette güzel ve rahat bir çaresi var.” 2 Müjdesini dünyaya işittirmiştir.

İman nuru ile ölümün idam değil, bir yer değiştirmekten ibaret olduğunu, kabrin karanlıklı bir kuyu ağzı olmayıp, nuraniyetli âlemlerin kapısı olduğunu, bütün güzellikleriyle beraber dünyanın ahirete nispeten bir zindan hükmünde bulunduğunu göstermiştir. Kabir hayatının, ruhların uçuştuğu ve birbirine kavuştuğu meydan ve huzur-u Rahman ve Cennetlere açılan kapı olduğunu 3 ispat etmiştir. Kabrin bir ejderha ağzı olmadığını göstermiştir. 4

Aslında beşerin en dehşetli korkusu ölüm ve kabir korkusudur. İşte Risale-i Nur bu en dehşetli korkuyu temelden yıkmış, yok etmiş, beşere ölüm korkusuz bir hayat getirmiştir.

Bediüzzaman bu meseleyi nazara vererek, diyor ki: “Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur’ân ile cidaldeyiz. Onların en büyük meselesi—muvakkat olduğu için—bizim meselemizin en küçüğüne— bekaya baktığı için—mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz?”5

Bediüzzaman, Nur Talebelerinin vazifelerinin büyük olduğunu, dünyanın küçük meselelerini merak ederek vazifelerini aksatmanın kâr-ı akıl olmadığını hatırlatıyor.

Dipnotlar:

1- Aliyyülkârî, Mirkâtü’l-mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431.

2- Sözler, s. 49.

3- Sözler, s. 331; Mektubat, s. 18, 381.

4- Sözler, s. 1034.

5- Emirdağ Lâhikası, s. 89, 90, 91.

 

 

Okunma Sayısı: 3919
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı