Bediüzzaman, demokrasiye, milliyetin de annesi nazarıyla bakar.
Hürriyetin ve demokrasinin İslâm coğrafyasındaki serpilip büyüyüşlerini emperyal menfaatlerine zararlı gören zalim Avrupa devletlerinin, ellerindeki imkânlarla bizdeki milliyet fikrini istismar ettiklerini kabul etmeliyiz. Çok orijinal olan “Tavaif-i Mülûk” tabiriyle Said Nursî, üç kıtaya yayılmış Osmanlı’nın parçalanmasında ırkçılığın, Hristiyan azınlıkların ve diğer unsurların kullanılışını anlatır.
Kürt milliyetçiliği meselesinin; Arnavut, Ermeni ve Arap milliyetçilikleri gibi, Londra ve Paris menşeli olduğunu biliyoruz. Oralardaki enstitüler, eleman yetiştirme okulları ve malî yardımlar cihetiyle, bilhassa Londra öncüdür. Bu uzun hikâyeye Bediüzzaman; Sevr Anlaşması’nın imzalandığı günlerde Şerif Paşa ile Boğos Nubar Paşa’nın Paris üzerinden sahneye itilmeleri üzerine, gereken cevabı gazetelerle vermiştir.
Hariçten ithal edilen bu ırkçılık fitnelerinde yalnızca emperyalist ülkeleri suçlamak, meseleyi anlamak için yeterli değildir. Osmanlı Devleti’nin uğradığı musibetler, içine düştüğü yönetim zaafları, müstebit beylerin, paşaların veya valilerin devlet adına yaptıkları zulümler; Batı’daki Osmanlı veya İslâm düşmanlarının çalışmalarına kuvvet vermiştir.
Kürt milliyetçiliği meselesine, dünya harplerinden sonraki dönemde, farklı bakmak gerekiyor. Dünya harplerinin öncesindeki emperyalist devletlerin yerini, küresel menfaat gruplarıyla dünyayı zaptetmek isteyen dinsizlik cereyanları aldıklarından; yapbozun parçalarını yeniden tanımlamak lâzım: Taraflar, olaylar, aktörler, hedefler, zaman dilimleri, vs.
Girişte belirttiğimiz üzere, demokrasi meselesini hâlledemeyen Türkiye, Kürt milliyetçiliği meselesini boşuna konuşmuş olur. Zira muhatapları yoktur. Son elli seneden bu yana, Kürt milliyetçisi kimliğini kullananların yüzde doksanının Marksist olduğunu; yapılanma ile alâkalı tüm bilgilerin bizde olmayıp, koordine, donanım, propaganda, siyasî strateji ve ittifaklarının bilhassa Londra’dan temin edildiğini bilmeyen var mı? Günümüzdeki Marksist Kürt partisinin, Küreselci dinsizlerin AB demokrasilerini yıkmak üzere kurduğu “Yeşiller” laboratuvarında imal edildiğini hangi araştırmacı inkâr edebilir ki… Yani, günümüzdeki Kürt milliyetçiliği meselesinin muhatapları, bu kimliği istismar eden münafık Marksistlerdir. Bu yapı ile Doğu’yu demokrasiye/hürriyete kapattıktan sonra, kalkıp Türkiye sınırlarındaki Kürtlerin haklarını/meselelerini konuşmanın mantıkla ilgisi yoktur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra; Kürtlere düşman Kemalizm’in bölgeden tehcir ettikleri temsilci ailelere neden af çıkmıştır, sorulmaz. 1950’den sonra, köklerine dönerek bölgeden vekil olarak Meclis’e girenlerin çoğu, beş sene öncesine kadar muhacir idiler. Ayrıca, demokrasimize yapılan 27 Mayıs suikastinde de bunların tehcirleri, hapisleri ve hatta infazları gündeme getirilmişti. İlginçtir ki Sivas Kampı da konuşulmaz. Kürtleri global hegemonyasına alet etmek, Türkiye demokrasisini bitirmek ve istibdatlarını sağlamlaştırmak isteyen Marksistlerin, zamanın temayüz etmiş bölge insanlarına yaptıkları propagandaları da konuşmuyoruz. Ağa, şeyh, imam ve gelenek düşmanı köy romancılığı, Yeşilçam Sineması ve o günün eğitimcileri toptan bir itibarsızlaştırmaya gittikleri hâlde, hiçbir Türk münevveri bu karalamaya itiraz etmedi, biliyoruz. Bölgedeki insanların mağduriyetleri ve ayrıştırılmaları bu 1980 ihtilâlinden sonra başlayacaktı.
Türkiye’yi veya İslâm âlemini hegemonyasına mâni gören cereyanların 1970’lerden sonra hazırladıkları programların daha derin ve münafıkâne olduğunu biliyoruz. Kemalistlerle Marksistlerin Doğu’daki iş birlikleri henüz şeffaftı: Gaziantep, Diyarbakır, Maraş, Malatya, Sivas, Kars, Dersim ve Ankara-İstanbul gibi şehirlerdeki bazı mahallerde, 12 Eylül İhtilâli’ni olgunlaştırmak üzere sokaklarda birlikte sağcı kovalıyorlardı.
Türkiye demokrasisini 12 Eylül’de idam edenler, Kürt milliyetçiliği meselesini vitrinde tutmuşlardır. Troçki’yi ve Mao’yu aratacak zulümlerle, Kürtlerin ileri gelenlerine toplama kamplarında ve hapishanelerde işkenceleriyle Türk-Kürt ayırımını derinleştirdiklerinin farkındaydılar. Kırk küsur senelik 12 Eylül süreci bittiğinde, bu mezalim; belgeleri, resimleri ve delilleriyle sergilenecektir.
12 Eylül projesindeki karşı hedef demokrasi idi. Yalnız Kürtler değil; demokrasi isteyen herkes, dindarlar, vatanperverler, tümüyle zulme maruz bırakılmışlardır. Demokrasiyi tedai ettirecek her nesne, şahıs ve olay yasaklandı… Ve yasak münafıkâne biçimde hâlâ devam ediyor.
Bugünlerdeki Marksist Kürt temsilcilerindeki telâşı birlikte izliyoruz. Yeşiller projesiyle Marksist Kürtleri içine alan global sosyal Marksistlerin ABD seçimlerindeki mağlubiyetleri dengeleri altüst etti. Mahiyetlerini halklardan gizleyen örtüleri uçuşunca, AB’deki saltanatlarının da yok olacağını anladılar. İmralı, Erbil ve belki Rojava… Mıntıka temizliğine giriştiler.
Fakat biliyoruz ki, mesele Kürtlük meselesi değil, Türkiye’nin 12 Eylül sürecinden kurtulma meselesi…
İnşâallah devam edelim…