İnsan ne olursa olsun vazgeçmemeli, farklılıkları da olsa inanmalıymış başaracağına.
Çünkü başarmak, inanmanın yarısıymış. Bunlardan bahsediyor “Hıçkırık” adlı filmde. Başrolümüz Naina, sürekli tıkanıklık ve kekemelik yaşadığı Tourette sendromunda bir hasta. Küçüklüğünden itibaren başlar zorluklar, fakat ayakta durmaya çalışır. Çevresi ne kadar karşı olsa da, öğretmen olmak ister. Ve çabalarının neticesinde, küçükken on iki kez kovulduğu okulda öğretmen olarak çalışmaya başlar yine binbir zorlukla. Fakat asıl macera orda başlar.
Sınıfı, okulun en yaramaz ve öğretmenlerin kaçtığı bir sınıftır. Ama o, kendini ispatlama yoluna bu şekilde giden öğrencilerin bakış açısını değiştirir. Kendi bakış açısını değiştiren öğretmeni gibi. Bu hiç de kolay olmaz belki, ama vazgeçmez. Netice mi? Az çok tahmin ediyorsunuzdur..
Farklılıklarımız ayrıcalıklarımızdır. Bizi aşağılara da indirir, yukarılara da çıkartır. Bunu başarmak da elimizde olsa gerek. Ne söylemek kolay, ne de yapabilmek belki, ama aştığı takdirde insan kendini ve de Rabbini bulur ya.
Neticede en güzel kapılar açılır. Bakış açın değişir, pozitif gözlük takarsın yüreğine. Her düştüğünde gülerek kalkarsın. Belki de gülmekler saçarsın etrafına.
O zaman herkes sorsun kendine, ben sorarım öncelikle nefsime; inancın en ahseni olan iman-ı billah kalbimize girdiyse eğer, bu vazgeçmekler niye? ‘Neden’ deyip bırakmak yerine ‘neden olmasın?’ deyip ümit ipine sımsıkı sarılmak varken.. Küçücük kusurlarımız ya da hatalarımız bizi yeise mi atmalı, yoksa daha hızlı koşmamıza vesile mi olmalı?
Ama unutma, hiçbir şey için de geç değil. Yaşadığın, nefes aldığın sürece şansın devam ediyor aziz dostum. O zaman, tekrardan, neden olmasın?