Tatil de neymiş (!) Hep tahattur ederim yolculuklarımda, şu an dersanemden ayrılıyorum, ama vazifemden ayrılıyor muyum? Tabi ki de hayır. Nasıl ki çarşıya, okula çıkıyorsam şimdi de sıla-yı rahim münasebetiyle birazcık daha uzun bir yolculuğa çıkıyorum sadece. Yani böyle olmalı, her yerde vazifemi bilmeliyim, öncelikle kendi nefsim adına.
Ailesinin yanında olmak ayrı bi mutluluk veriyor elbet insana, bunda zaten bir sakınca yok, meşrû dairemiz nihayetinde. Ama bir de şefkat tokatlarında geçen Hulusi Ağabeyin yaşadıklarını düşünelim. Her türlü esbab önümüzü kesebilir, bize gayet tatlı gelebilir; fakat hizmet-i imaniyeyi unutturur. Halbuki ne olmalıydı; ‘’Hizmet-i Kur’âniyede bulunana ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli.’’ Elbette ki, bu dünyadan el etek çekmek olmamalı, unutturacak derecede dünyaya sarılmamalı, vasatı bulmalı.
Oysa ki bayramlar bizim için tam bir fırsat değil midir aslında? Dâvâmızı anlatabilmemiz, kendimizi ifade edebilmemiz için daha nasıl bu kadar sevdiklerimizi bir araya getirebiliriz ki? Hadi dilimizle anlatamadık diyelim; bazen lisan-ı hal lisan-ı kalden daha müessir olabilir, değil mi?
Ya da aile ziyaretlerimiz; meselâ ben okuyan ve dersanede kalan bir talebe olarak, öğrendiğim hakikatleri ailemle paylaşmam; evimin de, ailemin de bu Nurlar’dan istifade etmesini sağlamam gerekmez mi? Herkes bunu kendi dairesinde düşünüp karşılaştırabilir. Çünkü Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin ‘’Evlerinizi medrese-i Nuriyeye çevirsin’’ sözünü unutmamak gerekir.
Hatta devamında da eğer kimse yoksa, çok alâkadar komşulardan üç-dört zatın birleşip küçük bir medrese-i Nuriye oluşturmasını; hatta hiç olmazsa Risale-i Nur’la beş on dakika bile olsa meşguliyetin her halükârda devam etmeli.
Hasıl-ı kelâm, her nerde olursak olalım, elimizden, gönlümüzden, dilimizden vs. Risale-i Nur’u eksik etmemeli, rıza-yı İlâhiyi kazanmalı, saadet-i dareyne ulaşmaya çalışmalıyız.