Bir terim veya kavram olarak, öncelikle Mehdîliğin lügavî ve istilahî anlamlarının iyi bilinmesi gerekir. Mehdîlik; her ne kadar lügavî olarak “hidayet vesilesi olmak” manasına gelse de, istilahî olarak anlamı oldukça geniştir, İlâhî bir tavziftir.
Mehdîlik; Kur’ân’da daha çok hidayetle ilgili olarak ele alınan, aslında Allah’ın (cc) “Hâdi” isminin tecellisi olup, o isme mazhar olanın icra ettiği bir görevdir. “Allah (cc) istediğine ‘hidayet’ verdiği” gibi “Mehdiyet”i de verir.
Bazı kesimlerde; bu meselenin siyasî, kültürel, hayalî ve beşerî bir proje gibi telâkki ve takdim edilmeye yönelik projeler de vardır ki, bizim asıl mücadelemiz onlara karşıdır. Hatta biz bu meseleye, ahirzamanın imtihanı ve iman-küfür mücadelesinin bir meydanı olarak bakıyoruz. Çünkü, Mehdîlik sarih nasslara dayanan cihanşumul bir mesele-i diniyedir. Hâliyle vukuu hakkında da kıyas-ı fukaha ve icma-i ümmet vardır.
Mehdîlik; kıyamet hâdiselerinden biri olup, yine eşhas-ı ahirzaman olan Deccal ile olan bir iman-küfür mücadelesidir. Yani Deccal sebep, Mehdî çare ve sonuçtur. O hâlde Deccalın taraftarlarının Mehdîyi inkâr edip düşman olması kaçınılmaz bir hususdur. Onlar hakperestlikten değil, tarafgirlik, nefis ve menfaatpereslikten dolayı Mehdîye düşmandırlar. Aslında Mehdîden bir zarar ve yanlışlık zuhur etmediği hâlde fena kimselere nur, nar gözükür. Onun için Ziya Paşa “Erbab-ı kemali çekemez nakıs olanlar,/ Rencide olur dide-i huffaş ziyadan” demiştir. Ve her şeyin zıddı ile kâim olması İlâhî bir kanundur. Yani Deccal Mehdîsiz, Mehdî de Deccalsız olmaz. Mûsa (as) ve Firavun misali... Fakat ahirzamanın özelliği olarak iş şirazesinden çıktığı için piyasada bir sürü Deccalsız sahte mehdîler dolaşıyor. Ve hiç bir zaman fıtrî kara gözlülükle sun’î karagözlülük kıyas edilmediği gibi, bunlar da millet vicdanında makes bulmuyor. Hâliyle bu bir imtihandır. Asalet sahibi insan zulme vasıta olamaz, zulme vesile olanlar da Mehdî olamaz. Zira o, bizzat adaletin teminatıdır.
Demek Cenab-ı Hakk’ın cemal ve celal sıfatları münavebeten tecellî ediyor. Deccal ve Mehdîyi de, bu kabilden düşünebiliriz.
Mehdî meselesi nassa dayandığı ve hakkında pekçok sahih hadis bulunup mesele mütevatir hâline geldiği için, âlimler kabul etmenin vacib olduğuna hükmetmişler, bazı âlimler ise inkârının küfre düşürebileceğini söylemişlerdir. Bir de Cenab-ı Allah’ın (cc) “Onlar Allah’ın (cc) nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Fakat Allah (cc) nurunu tamamlayacaktır. Kâfirler isterse hoşlanmasınlar.”1 diye taahhüd de, Mehdî manasını işmam eder mahiyettedir. Çünkü burada nurun nasıl tamamlanacağı şekil olarak açıkça tasrih edilmemiş. Belki Hz. Mehdî ile tamamlanacaktır ki, bu meselede de rivayet vardır ve makûlü de budur. Hatta Üstad Hazretlerinin Nur Suresi’ndeki, “Nur ayeti”nden dahi böyle bir istihraçta bulunduğu kanaatindeyim. Demek Mehdîyi inkâr etmek aynı zamanda “Nur” isminin tecellilerini bir mana da inkâr ve Allah’ı (cc) haşa vaadinde tekzip etmeyi dahi ifade edebilir.
Hatta o ayetin makam-ı cifrîsi de, bin üçyüz on altı veya yedi (M. 1896-7) ederek o tarihte, Avrupa’nın bir müstemlekat nazırının Kur’ân’ın nurunu söndürmeye çalışması tarihine ve Resaili’n-Nur Müellifi dahi ona karşı o inkilâb-ı fikrî sayesinde o nuru parlatmaya çalışması aynı tarihe, hem yedi surede yedi defa “Bu hikmetle dolu kitabın ayetlerinin” ve “Rabbim beni dosdoğru bir yola eriştirdi” gibi te’yid etmesi dahi işaret ve delâletten ziyade bir sarahattir ki, Risale-i Nur o nur-u İlâhînin bir lem’ası olacağını ve düşmanları tarafından gelen, şübehat zülumatını dağıtacağını mana-i işarîsiyle müjdeliyor.2
Demek Mehdîlik, ahirzaman Müslümanının haysiyet, şeref ve hürriyet meselesidir. Vesselam.
Dipnotlar:
1-Saf Suresi: 8.
2-Birinci Şua, 27. Ayet.