Mısır devleti, tarihi Milâttan önce altı ile dört bin yıllarına kadar uzanan en eski medeniyetlerden biridir.
Papirüs denilen yapraklar üzerinde bulunan ilk yazının orada olması, tarım ve şehirleşme ile din anlayışının da orada merkezîleşmesi, Mısır’a büyük anlam katmaktadır.
Milâttan sonra Yedinci Yüzyıl’da İslâm dini ile tanışan Mısır, siyasî bir dehâ olan büyük Sahabe-i Kiramdan Amr ibnü’l-As kumandası altındaki İslâm ordusu tarafından fethedildi. Şimdi yirmi milyona yakın nüfusa sahip olan Kahire şehri, 10. Yüzyıl’da Fatımî devletine, 13. Yüzyıl’da da Memlük Sultanlığına başkentlik yapmıştır.
1517 yılında Memlükler ile yaptığı Ridaniye Savaşı’nı kazanan Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı Osmanlı topraklarına kattı. Mısır, tam dört yüz yıl boyunca Osmanlı idaresi altında kaldı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 22 Şubat 1922 tarihinde Mısır bağımsız bir devlet oldu ve Sultan 1. Fuad idareyi ele aldı. Bundan sonra Mısır’da çok olaylar yaşandı. İngilizlerin Mısır üzerinde oynadığı oyunlar ve çok ağır baskılar oldu. Nihayet, 18 Haziran 1953 tarihinde Mısır Cumhuriyeti ilan edildi. Hür Subaylar Hareketinin lideri Cemal AbdünNasır 1952-1970 yılları arasında ülkeyi idare etti. Ondan sonra seçilen Enver Sedat ve onun arkasından otuz sene boyunca Hüsnü Mübarek dönemleri yaşandı.
Şimdi ise, bir yıl gibi kısa dönemli Muhammed Mursî’yi bir darbe ile deviren ve 2014 yılından bu yana ülkeyi yöneten Abdül Fettah Sisi dönemi devam ediyor. Çok çalkantılı yılları geride bırakan Mısır’ın, bundan sonra daha fazla sıkıntılara maruz kalmadan yoluna devam etmesini diliyoruz. Ancak, harici büyük devletlerin bu Müslüman ülkeyi rahat bırakmadıkları görülüyor. Zaten onlar, kendi hasis menfaatleri için bütün dünyayı karıştırmakla ve terör örgütlerini kendi amaçları doğrultusunda kışkırtmakla meşguller. Her devlet de onlara karşı uyanık ve tedbirli davranmak durumundadır.
Afrika kıtasının kuzeyinde bir milyon bin dört yüz elli bin kilometrekare büyüklüğünde ve yüz on milyon nüfuslu Mısır Arap Cumhuriyeti, Arap Birliği denilen 22 İslâm devletinin lideri konumundadır. Büyük bir ekonomisi olmakla birlikte çeşitli sıkıntılar yaşamaktadır. Ortadoğu’da bölgesel bir güç olarak görünmekte olduğu da bilinen bir gerçektir. Çeşitli birliklere ortak olmakla birlikte, şimdi BRICS üyesi de olmuştur.
Bediüzzaman Hazretleri tarafından “Mısır, İslâm’ın zeki bir mahdumudur [oğludur]. İngiliz mekteb-i mülkiyesinde [siyasal bilgilerde] ders alıyor.” diye övdüğü bu devletin, dünyada ve bilhassa orta doğuda yaşanan gelişmeleri dikkate alarak, Türkiye ile birlikte, asıl İslâm birliğini kurmak için bütün gayret ve çalışmalarını buraya yoğunlaştırmak durumundadır. Çünkü, yine Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği “Bu zamanda en büyük farz vazife ittihad-ı İslâm’dır” gerçeğinden hareketle, bölük pörçük bir vaziyette olan elli yedi İslâm devletini bir araya getirmek şimdi en önemli bir vazifedir. Bu birlik mutlaka bir gün gerçekleşecektir. Fakat, geciken her gün İslâm devletlerinin aleyhine işlemektedir.
İsrail denilen terör devletini ileri sürerek, orta doğuyu kan gölüne çeviren ve aşağılık menfaatleri için on binlerce insanın ölümüne sebep olan başta Amerika ve diğer Batılı devletler, bütün İslâm devletlerinin sürekli sıkıntılarla boğuşmalarına sebep oluyor. İslâm devletleri mutlaka bu kısır döngüden kurtulmalıdır.
1911 yılında Şam Emeviye Camii’nde, içinde yüzden fazla büyük âlimlerin olduğu on bin kişilik bir cemaate, İslâm âleminin geri kalış sebeplerini ve bundan kurtuluş çarelerini dile getiren Bediüzaman Hazretlerinin şu tespitleri hâlâ güncelliğini ve gereğinin yerine getirilmesini bekliyor: “Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Araplar! En evvel bu sözlerle sizin ile konuşuyorum. Çünkü, bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstatlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyetin mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler. Onun için tembellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika [Amerika Birleşik Devletleri] gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında [dünyanın yarısında], belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhîden bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşaallah nesl-i âti [gelecek nesiller] görecek.”1
Evet, Bediüzzaman Hazretlerinin bu müjdeli ifadelerine en evvel Mısır devleti kulak vermeli ve Türkiye ile birlikte gereğini yapmalıdır.
Dipnot:
1- Hutbe-i Şâmiye s. 146.