Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı devletinin mağlûp olup dağılmasını müteakip, dört yüz sene boyunca Osmanlı idaresinde huzur içinde yaşayan Orta Doğu devletleri ve özellikle körfez ülkeleri, İngiliz ve Amerika devletlerine sadâkatle bağlı kalacak ailelere verildi ve böylece küçük körfez devletçikleri kuruldu.
Cetvelle çizilmiş gibi sınırları da, bahsi geçen büyük devletler tarafından belirlendi.
Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Yemen gibi bu nüfusu ve vatan sınırları küçük olan ülkeler, petrol ve doğalgaz bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasında gelmektedir. Diğer yeraltı ve yerüstü kaynakları cihetiyle Batılı devletlerin iştahını kabartan körfez ülkeleri, bu devletler gibi İran devletinin de ilgisini çekmektedir. İran devletinin ilgisi, özellikle Şiî mezhebini körfez ülkelerinde yaymak maksadını gütmektedir. Halbuki, bin dört yüz seneden beri Sünnî ve Şiî mezhepleri olduğu gibi kalmıştır. Bu hususta, mezhep inancını ihraç etmek için yapılan gayretler beyhude bir çalışmadır ve gerek de yoktur. Herkes neye inanıyorsa ve nasıl dinini yaşamak istiyorsa öyle kalmalıdır. Çünkü, inanç ve amellerin hesabı burada değil, âhirette görülecektir. Sünnîler de, Şiîler de Müslümandır ve Müslüman Müslümanın kardeşidir.
Bu zaman, mezhep farklılıklarını düşünecek bir zaman değildir. Zira, Orta Doğu ve Körfez ülkelerinin zenginliklerine çökmek isteyen başta Amerika olmak üzere bütün Batılı devletler, akbabalar gibi üşüşmüş bir vaziyetteler. Böyle bir zamanda, onların küçük lokmalar hâlinde küçük devletçikleri yutmaya çalıştıkları bir vakitte, yapılması gereken en önemli vazife, bir an önce birlik ve beraberlik içine girmek ve bütün engelleri birlikte aşarak mutlaka İslâm birliğini kurmaktır.
İslâm devletleri arasında elbette bazı problemler olabilir. Ancak böyle problemlerin dahi çözümü, yine İslâm birliğini kurmaktan geçiyor. Evet, 57 İslâm devleti ve halkları, mezhepleri ne olursa olsun Allah tarafından kardeş olarak ilân edilmiş. “Mü’min, mü’minin kardeşidir. Bir yerinde acıma olsa, bütün vücudu hisseder.” mealindeki hadis-i şerif, Müslümanların durumunu böyle tarif ediyor. Şimdilik Gazze, Filistin ve Lübnan’daki kalpleri parçalayan katliam ve soykırım manzaraları, arkasından Suriye ve Irak devletine sıçrayacak gibi görünüyor. Hatta başladı bile. Suudî Arabistan ve Ürdün başta olmak üzere, Körfez ülkeleri ve diğer İslâm devletleri ellerinden bir şey gelmediği için, bu dehşetli manzarayı seyirci gibi izlemek durumunda kalıyorlar.
Amerika ve diğer Batılı devletler, Siyonist İsrail devletini bir koç başı gibi kendi maksatları ve menfaatleri için kullanıyor. Bu durum da İsrail devletinin işine yarıyor. Bu hedeflerine giderken, elli binden fazla masum insan öldürülmüş ve yüz binden fazla insan yaralı ve sakat kalmış, bunların hiç biri umurlarında değil. Dünyaya demokrasi ve hürriyet dersi veren bu devletler için, kendi menfaatlerinden başka bir şey önemli değildir. Demokrasi sadece kendi halkları için geçerli.
Elli yedi İslâm devleti içinde çok önemli yerleri bulunan Körfez ülkeleri sanmasınlar ki, bu soykırım ve katliamlar Gazze, Filistin ve Lübnan ile sınırlı kalacak. Tehlike çanları bütün Müslüman devletler için de çalıyor. Büyük Orta Doğu Projesi içinde bölmek maksadıyla daha birçok Müslüman devletler var. Bundan dolayı, Bediüzzaman Hazretlerinin “Bu zamanda en büyük farz vazife ittihad-ı İslâm’dır.” demiştir. Bundan dolayı, 57 İslâm devletinin asıl hedefi, Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi, “İslâm birliği” hakikatini bir an önce kurmak olmalıdır. Körfez ülkeleri de, bu birliğin kurulmasına bütün güçleriyle yardımcı olmaları icap eder. Zira, birlikten kuvvet doğar.