Sınır komşumuz ve din kardeşimiz olan İran devletinin tarihi, Milâttan önce dört bin seneye kadar dayanmaktadır.
İran ile Osmanlı devletinin münasebeti, Şah İsmail zamanında yapılan ve 23 Ağustos 1514 tarihinde gerçekleşen Çaldıran Meydan Muharebesi’yle oldu ve Safevîler devletine son verildi.
Ancak daha sonra toparlanan Safevîler devleti, Bağdat’ı Osmanlılardan geri aldı ve 1623 tarihinden 1639 yılına kadar elinde tuttu. 4. Murat döneminde üç defa kuşatma altına alınan Bağdat, nihayet 1639 yılında Safevîlerden geri alındı. Bunun üzerine Kasr-ı Şirin Anlaşması yapıldı ve sınır çizildi. O tarihten bu güne kadar İran devleti ile bir sınır problemimiz olmadı.
İran devletinin 1979 yılından bu yana idare tarzı İslâm Cumhuriyeti şeklindedir. En başında şu anda Ayetullah Ali Hamaney bulunmaktadır. Annesinin Türk Olduğunu söyleyen Hamaney, evinde çocuklarıyla Türkçe konuştuğunu beyan etmektedir.
Yüzde 53.7 oy alarak cumhurbaşkanı seçilen Mesut Pezeşkiyan da Türk kökenlidir. “Evde çocuklarımla Farsça yerine Türkçe konuşuyorum. Annem ve babam da Türk” demektedir.
İran, 90 milyona yakın nüfusu ile büyük bir devlettir. Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, Afganistan, Pakistan ve Türkmenistan gibi yedi Müslüman devlet ile sınır komşuluğu vardır. Resmî dili Farsça olmakla birlikte Azerice, Kürtçe, Arapça ve Türkmence dilleri ile de konuşulmaktadır. Petrol ve doğalgaz başta olmak üzere yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahiptir. Tıpkı Irak ve Suriye’de olduğu gibi, İran’ı da dörde ve beşe bölmeye çalışıyorlar. Ambargo uygulamakla ekonomik bakımından çökertmeye uğraşıyorlar.
Türkiye de dahil, İran ve Orta doğudaki Müslüman devletleri “Böl, parçala ve yut.” politikasıyla, kendi hegemonyası altına almak isteyen büyük devletlerin başında Amerika gelmektedir. Avrupa’daki bazı büyük devletler de onunla birlikte hareket etmektedir. İsrail ise, bu maksat için taşeron bir devlet olarak kullanılmaktadır.
Filistin ve Gazze ile başlayan bu proje süreci, şimdi Lübnan ile devam etmektedir. Bunun arkası Suriye ve Irak olarak gözükmektedir. Bu topraklar hâlledildikten sonra, sırada İran ve Türkiye olduğu apaçık bir gerçektir.
Amerika’nın baş rol oyuncusu olduğu ve Batılı devletlerin de destek verdiği bu dehşetli senaryo karşısında, Müslüman devletler aralarındaki küçük sorunların düzeltilmesini erteleyerek, asıl bu büyük ejderhanın def edilmesi için ortak çalışmalar yapmak durumundadırlar. İran ve Türkiye iki Müslüman kardeş ülkedir. Türkiye’nin genelde Sünnî, İran’ın ise Şiî olması, birlikte hareket etmeye engel değildir. Bazı konularda, meselâ itikat ve muamelatta farklı anlayış ve uygulamalar dinî meselelerdir. Dünya işlerine bunları karıştırmak kesinlikle doğru değildir. Şiîlik mezhebi üzerinden komşu Müslüman ülkelerde nüfuz temin edip, bu ülkeleri karıştırmak ise İran’a bir fayda temin etmez ve kardeşlik ruhuna da uygun düşmez.
Amerika’nın başını çektiği bahsi geçen büyük belâyı def etmeye tek başına ne Türkiye’nin ve ne de İran’ın gücü yetmediği açık bir gerçektir. Bu durumda yapılması gereken en önemli vazife, öncelikle İran’ın Türkiye ile birlikte hareket etmesi ve İslâm birliğinin bir an önce kurulmasıdır. Ali Hamaney son konuşmasında “İslâm devletleri mutlaka birlik olmak zorundadır.” demektedir. Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan da, Katar’da yeni görüştüğü Suudî Arabistan dışişleri bakanı Faysal’a “Biz, sizlerle kardeşiz.” diyerek, birlik mesajı vermiştir. Her seferinde hatırlatma ihtiyacı hissettiğimiz Bediüzzaman Hazretlerinin şu cümlesi bu belâyı def etmek için tek çaredir: “Bu zamanda en büyük farz vazife ittihad-ı İslâm’dır.” Hep beraber gelin, Müslüman devletler olarak bunun kurulması için el birliği yapın. Her türlü diğer birliklerden önce bu İslâm birliği gelir.