1
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
Aziz, s›dd›k, vefadar ve flefkatli kardefllerim,
‹ki gündür hem bafl›mda, hem asab›mda tesirli bir nez-
le a¤r›s› var. Böyle hâllerde bir derece dostlarla görüfl-
mekten teselli ve ünsiyet almaya ihtiyac›m içinde acip
tecrit ve yaln›zl›k vahfleti beni s›kt›; böyle bir nevi flekva
kalbe geldi: “Neden bu tazip oluyor, hizmetimize faydas›
nedir?”
Birden, bu sabah kalbe ihtar edildi ki: Siz bu fliddetli
imtihana girmek ve inceden inceye sizi kaç defa alt›n m›,
bak›r m› diye mihenge vurmak ve her cihette sizi insaf-
s›zca tecrübe etmek ve “Nefislerinizin hisseleri ve desise-
leri var m›, yok mu?” üç-dört eleklerle elenmek, hâlisa-
ne, s›rf hak ve hakikat nam›na olan hizmetinize pek çok
lüzumu vard› ki, kader-i ‹lâhî ve inayet-i Rabbaniye mü-
saade ediyor. Çünkü, böyle meydan-› imtihanda inatç› ve
bahaneci insafs›z muar›zlar›n karfl›s›nda teflhir edilmesin-
den herkes anlad› ki; hiçbir hile, hiçbir enaniyet, hiçbir
garaz, hiçbir dünyevî ve uhrevî ve flahsî menfaat kar›fl-
mayarak, tam halis, hak ve hakikatten geliyor. E¤er per-
de alt›nda kalsayd›, çok manalar verilebilirdi; daha
avam-› ehl-i iman itimat etmezdi, “Belki bizi kand›r›rlar.”
Ve havas k›sm› dahi, vesvese ederdi; belki, “Baz› ehl-i
makamat gibi, kendilerini satmak, itimad kazanmak için
böyle yap›yorlar” diye, daha tam kanaat etmezlerdi.
fiimdi imtihandan sonra, en muannit vesveseli dahi
acip:
tuhaf, hayrette b›rakan.
asap:
sinirler.
avam-› ehl-i iman:
ehl-i iman›n,
mü’minlerin avam tabakas›.
Aziz:
izzetli, muhterem, sayg›n.
bahane:
as›l sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
cihet:
yön.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehl-i makamat:
makamlarda bu-
lunanlar.
enaniyet:
kendini be¤enme,
bencillik, egoistlik.
faide:
fayda.
garaz:
kötü kas›t, düflmanca ni-
yet, kin.
hâk:
do¤ru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, do¤ru.
halis:
samimî, her amelini yaln›z
Allah r›zas› için iflleyen.
halisâne:
temiz kalplilikle, sami-
mî bir flekilde, s›rf Allah r›zas›n›
gözeterek.
havas:
bilgi ve yaflay›flça üstün
olanlar, önde gelenler.
hile:
aldatmaya yönelik düzen,
desise.
hisse:
pay, nasip.
ihtar:
hat›rlatma, uyar›.
inayet-i Rabbanîye:
her fleyin
terbiye ve idare eden Cenab-›
Hakk›n yard›m›.
itimat:
dayanma, güvenme.
kader-i ‹lâhî:
‹lâhî kader, Allah’›n
kader kanunu.
kanaat:
inanma, görüfl, fikir.
mehenk:
ölçü, ayar.
menfaat:
fayda.
meydan-› imtihan:
imtihan mey-
dan›, dünya.
muannit:
inatç›, ayak direyen.
muar›z:
muhalefet eden, karfl› ç›-
kan, muhalif.
müsaade:
izin.
nam:
ad.
Nefis:
kötü vas›flar› kendisinde
toplayan hay›rl› ifllerden al›koyan
güç.
nevi:
çeflit, tür.
flahsî:
flahsa, kifliye ait, hususî.
flefkat:
ac›yarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karfl›l›ks›z
merhamet.
flekva:
flikâyet.
s›dd›k:
çok do¤ru, dürüst,
hakk› ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
tazip:
azap çektirme, eziyet
etme, s›k›nt› verme.
tecrit:
hücre hapsi; bir kiflinin
baflkalar›yla olan iliflkisini
kesme.
teselli:
avutma, ac›s›n› dindir-
me.
teflhir:
ilân etme, herkese du-
yurma, gösterme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
ünsiyet:
al›flkanl›k, ülfet,
dostluk.
vahflet:
ürkütücü ve korkunç
olan fley.
vefadar:
sözünde ve dostlu-
lu¤unda devaml› olan, vefal›
dost.
vesvese:
flüphe, kuruntu, kal-
be gelen as›ls›z kötü ve sinsi
düflünce.
1.
Allah’›n ad›yla. Onu her türlü kusur ve noksanl›ktan tenzih ederiz.
920 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
A
FYON
H
AYATI