hat›r›na gelmeyerek yüksek makamlar vermek ve had-
dinden bin derece ziyade hüsnüzan etmek; eskiden beri,
üstat ve talebeler mabeyninde câri ve itiraz edilmeyen bir
makbul âdet ile, teflekkür manas›nda pek fazla methüse-
na etmek, hiçbir kanunla suç olabilir mi? Gerçi mübalâ-
¤a itibar›yla hakikate bir cihette muhaliftir; fakat, kimse-
siz, garip ve düflmanlar› pek çok ve onun yard›mc›lar›n›
kaç›racak çok esbap varken, insafs›z çok muterizlere
karfl›, s›rf yard›mc›lar›n›n kuvve-i maneviyelerini takviye
etmek ve kaçmaktan kurtarmak ve mübalâ¤al› methe-
denlerin flevklerini k›rmamak için, onlar›n medihlerini
Nura çevirip bütün bütün reddetmedi¤i hâlde, onun bu
kabir kap›s›ndaki hizmet-i imaniyesini dünya cihetine çe-
virmeye çal›flan baz› resmî memurlar›n ne derece kanun-
dan, insaftan uzak düfltükleri anlafl›l›r.
Said Nursî
„@ò
1
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
Aziz, s›dd›k kardefllerim,
Evvelâ:
Hiç telâfl ve merak etmeyiniz. Hakk›m›zdaki
her hâdisede, hem perde alt›nda, hem neticeler itibar›y-
la, hem rahmet ve inayetin iltifatlar› ve tebessümleri, hem
kader ve k›smetin ve adalet ve flefkatin terbiyeleri var ol-
du¤u kat’î ve mükerrer tecrübelerle tahakkuk etti¤inden,
biz, en ac› vaziyet ve s›k›nt›lara karfl›, kemal-i sab›r içinde
flükür etmekle mükellefiz. Ve cildleri ve derileri soyulan
aziz:
izzetli, muhterem, sayg›n.
cari:
cereyan eden, akan, iflleyen.
cihet:
yön.
esbap:
sebepler, vas›talar.
evvelâ:
birinci olarak, her fleyden
önce, ilk olarak.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kur’ân hakikatlerinin ikna edici
ve ilmî delillerle anlafl›lmas›na
hizmet etme.
hüsn-i zan:
bir kimsenin veya bir
hâdisenin iyili¤i hakk›ndaki vicda-
nî ve iyi kanaat.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü çe-
virip bakma.
inayet:
yard›m, ihsan, lütuf.
itiraz:
kabul etmedi¤ini belirtip
karfl› ç›kma.
kader:
‹lahî hüküm; Cenab-› Hak-
k›n takdir ve tayin etmesi.
kat’î:
kesin, flüpheye ve tereddü-
de mahal b›rakmayan.
kemal-i sab›r:
sabr›n mükemmel
oluflu, tam ve mükemmel bir sa-
b›r.
k›smet:
nasip.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
mabeyn:
ara.
makam:
büyük yer, mevki.
makbul:
kabul edilmifl, geçerli.
medih:
övme.
methüsena:
methedip öv-
mek.
muhalif:
z›t, karfl›t, ayk›r›.
mükellef:
sorumlu ve yü-
kümlü olan.
mükerrer:
tekrarlanm›fl, tek-
rar olunmufl.
muteriz:
itiraz eden, karfl› ç›-
kan, itirazc›.
rahmet:
flefkat etmek, mer-
hamet etmek, esirgemek.
resmî:
devlet ad›na olan.
flefkat:
ac›yarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karfl›l›ks›z
merhamet.
flevk:
fliddetli arzu, afl›r› istek
ve heves.
S›dd›k:
çok do¤ru, dürüst,
hakk› ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
flükür:
Allah’›n nimetlerine
karfl› memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile
Allah’› hamd etme.
tahakkuk:
gerçekleflme, ke-
sinleflme.
takviye:
kuvvetlendirme,
sa¤lamlaflt›rma.
talebe:
ö¤renci.
tebessüm:
gülümseme.
terbiye:
besleyip büyütme,
yetifltirme, e¤itme.
vaziyet:
durum.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Allah’›n ad›yla. Onu her türlü kusur ve noksanl›ktan tenzih ederiz.
902 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
A
FYON
H
AYATI