1
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
Aziz, s›dd›k kardefllerim,
Evvelâ:
Benim flahs›ma edilen eziyet ve ihanetlerden
müteesir olmay›n›z. Çünkü, Risale-i Nur’da bir kusur bu-
lam›yorlar, onun bedeline benim ehemmiyetsiz ve çok
kusurlu flahs›mla u¤rafl›yorlar. Ben bundan memnunum.
Risale-i Nur’un selâmetine ve flerefine binler flahsî elem-
ler, belâlar, tahkirler görsem, yine müftehirâne flükret-
mek, Nurdan ald›¤›m dersin muktezas›d›r; ve onun için
bana bu cihette ac›may›n›z.
Saniyen:
Pek genifl ve fliddetli ve merhametsiz bu ta-
arruz ve hücum, flimdilik yirmiden bire indi. Binler has-
lar yerinde birkaç zat ve yüz binler alâkadarlar bedeline
mahdut birkaç yeni kardeflleri toplad›lar. Demek inayet-i
‹lâhiye ile pek hafif bir surete çevrilmifl.
Salisen:
‹nayet-i Rabbaniye ile iki sene aleyhimizde
plân çeviren sab›k vali defoldu ve aleyhimizde pek ziya-
de evhamland›r›lan Dâhiliye Vekilinin, hemflehrili¤i ve
nesilce cedleri ziyade dindarl›k cihetiyle bu dehfletli hücu-
mu pek çok hafiflefltirdi¤ine kuvvetli bir ihtimal var.
Onun için me’yus olmay›n›z ve telafl etmeyiniz.
Rabian:
Pek çok tecrübelerle ve hâdiselerle kat’î ka-
naat verecek bir tarzda, Risale-i Nur’un a¤lamas›yla ya
zemin titriyor veya hava a¤l›yor. Gözümüzle çok gör-
dü¤ümüz ve k›smen mahkemede dahi ispat etti¤imiz
gibi; tahminimce, bu k›fl emsalsiz bir tarzda yaz gibi
TAR‹HÇE-‹ HAYATI
| 891
A
FYON
H
AYATI
kanaat:
inanma, görüfl, fikir.
kat’î:
kesin, flüpheye ve tereddü-
de mahal b›rakmayan.
k›smen:
k›smî olarak, bir k›s›m.
mahdut:
s›n›rl›, belirli.
me’yus:
ye’se düflmüfl, ümitsiz,
kederli.
müftehirâne:
iftiharla, övünerek,
gururlu bir flekilde.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
müteessir:
teessüre kap›lan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
nesil:
soy, zürriyet.
Rabian:
dördüncü olarak.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
ad›.
sab›k:
geçen, önceki.
flahsî:
flahsa, kifliye ait, hususî.
Salisen:
üçüncü olarak.
Saniyen:
ikinci olarak.
selâmet:
salimlik, eminlik, kurtu-
lufl, korku ve endifleden uzak ol-
ma.
fleref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
s›dd›k:
çok do¤ru, dürüst, hakk›
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
flükür:
Allah’›n nimetlerine karfl›
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hâl ile Allah’› hamd
etme.
suret:
biçim, flekil, tarz.
taarruz:
sald›rma, sataflma, ilifl-
me.
tahkir:
hakaret etme, küçük gör-
me, fleref ve haysiyetini incitme.
tarz:
biçim, flekil.
Vekil:
naz›r, bakan.
zat:
kifli, flah›s.
zemin:
yeryüzü.
ziyade:
fazla, fazlas›yla.
alâkadar:
ilgili, iliflki.
aleyh:
karfl›, karfl›t.
Aziz:
izzetli, muhterem, say-
g›n.
bedel:
karfl›l›k.
belâ:
musibet, s›k›nt›.
cet:
dede, büyük baba, ata.
cihet:
yön.
cihet:
yön.
Dâhiliye:
‹ç iflleri.
dehfletli:
ürkütücü, korkunç.
dindar:
dinin emirlerini yeri-
ne getiren.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ›zt›rap.
emsalsiz:
benzersiz.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
Evvelâ:
birinci olarak, her
fleyden önce, ilk olarak.
eziyet:
incitme, büyük s›k›nt›
verme.
hâdise:
olay.
hemflehri:
ayn› flehirli, ayn›
memleketli.
hücum:
sald›rma.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ihtimal:
olabilirlik.
inayet-i ‹lâhiye:
Allah’›n yar-
d›m›.
inayet-i Rabbanîye:
her fle-
yin terbiye ve idare eden Ce-
nab-› Hakk›n yard›m›.
ispat:
do¤ruyu delillerle gös-
terme.
1.
Allah’›n ad›yla. Onu her türlü kusur ve noksanl›ktan tenzih ederiz.