Tarihçe-i Hayat - page 798

kurtarsalar, flahit olunuz ki, ben, onlar› helâl ediyorum.
Ve tarafgirlik damar›yla ihlâsa zarar gelmemek için, bu
iki üç senede dahilden ve hariçten gelen f›rt›nal› cereyan-
lara hiç temas etmedik ve kardefllerimi de bir derece ikaz
ettim.
Bilirsiniz ki, kendim sadaka ve yard›mlar› kabul etme-
di¤im gibi, öyle yard›mlara da vesile olamad›¤›mdan,
kendi elbisemi ve lüzumlu eflyam› sat›p o para ile kendi
kitaplar›m›, yazan kardefllerimden sat›n al›yordum. Tâ
Risale-i Nur’un ihlâs›na dünya menfaatleri girmesin, bir
zarar vermesin ve baflka kardefller de ibret al›p hiçbir fle-
ye alet edilmesin.
Nurun hakikî flakirtlerine Nur kâfidir. Onlar da kanaat
etsin, baflka flereflere veya maddî, manevî menfaatlere
gözünü dikmesin. Hem münakafla, münazaa ve mesâil-i
diniyede damarlara dokunacak tarafgirâne mübahase et-
memek lâz›md›r ki, Nur aleyhinde garazkârlar ç›kmas›n.
Hatta bir hiss-i kablelvuku ile Mustafa Oruç kardeflimizin
Risale-i Nur’un mesle¤ine muhalif olarak, birisiyle müba-
hasesi, ayn› dakikada ona gayet hiddet ve fliddetle bir gü-
cenmek kalbime geldi. Hatta o Nurdan kazand›¤› çok
ehemmiyetli makam›ndan atmak arzusu oldu, kalben
müteessir oldum. Bu benim için bir Abdurrahman idi,
neden böyle fliddetli hiddet ettim.
Sonra bu bayramda yan›ma geldi, Cenab-› Hakka
flükür ki, çok ehemmiyetli bir ders dinledi ve o büyük
hatas›n› da anlad› ve benim burada hiddetimin ayn›
aleyh:
ona karfl›, onun üzerine.
cereyan:
ak›m, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
dâhil:
iç, içerisi.
ehemmiyetli:
önemli.
garazkâr:
haset eden, kin güden,
kötü kas›t sahibi.
gayet:
son derece.
hakikî:
gerçek.
hariç:
d›flar›.
helâl:
din bak›m›ndan günah ol-
mayan fley.
hiddet:
öfke, k›zg›nl›k.
hiss-i kablelvuku:
Bir fleyi vuku-
undan önce hissetme, bir hâdise-
nin gerçekleflmesinden önce kal-
be do¤mas›.
ibret:
bir durumdan veya olay-
dan ders alma, ders ç›karma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli baflka
bir karfl›l›k beklemeksizin, s›rf Al-
lah r›zas› için yapma.
kâfî:
yeter, elverir.
kalben:
kalp ile, kalpten; içten ve
samimî olarak.
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
maddî:
madde ile alâkal›, cisma-
nî.
makam:
yer, mevki.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menfaat:
fayda.
mesail-i diniye:
dinî meseleler.
meslek:
gidifl, tutulan yol, sistem.
muhalif:
z›t, karfl›t, ayk›r›.
mübahase:
iddial› konuflma, bah-
798 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
E
M‹RDA/
H
AYATI
se giriflme; bahis, iddia.
münakafla:
tart›flma.
münazaa:
a¤›z kavgas›, çekifl-
me.
müteessir:
teessüre kap›lan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin ad›.
sadaka:
Allah r›zas› için ihti-
yaç sahibi fakirlere yap›lan
yard›m.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
fleref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
flükür:
Allah’›n nimetlerine
karfl› memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile
Allah’› hamd etme.
tarafgir:
bir taraf› tutan, ta-
rafl›.
tarafgirâne:
taraf tutarcas›na,
bir taraf› destekleyerek.
vesile:
arac›, vas›ta
1...,788,789,790,791,792,793,794,795,796,797 799,800,801,802,803,804,805,806,807,808,...1390
Powered by FlippingBook