kurtarsalar, flahit olunuz ki, ben, onlar helâl ediyorum.
Ve tarafgirlik damaryla ihlâsa zarar gelmemek için, bu
iki üç senede dahilden ve hariçten gelen frtnal cereyan-
lara hiç temas etmedik ve kardefllerimi de bir derece ikaz
ettim.
Bilirsiniz ki, kendim sadaka ve yardmlar kabul etme-
di¤im gibi, öyle yardmlara da vesile olamad¤mdan,
kendi elbisemi ve lüzumlu eflyam satp o para ile kendi
kitaplarm, yazan kardefllerimden satn alyordum. Tâ
Risale-i Nurun ihlâsna dünya menfaatleri girmesin, bir
zarar vermesin ve baflka kardefller de ibret alp hiçbir fle-
ye alet edilmesin.
Nurun hakikî flakirtlerine Nur kâfidir. Onlar da kanaat
etsin, baflka flereflere veya maddî, manevî menfaatlere
gözünü dikmesin. Hem münakafla, münazaa ve mesâil-i
diniyede damarlara dokunacak tarafgirâne mübahase et-
memek lâzmdr ki, Nur aleyhinde garazkârlar çkmasn.
Hatta bir hiss-i kablelvuku ile Mustafa Oruç kardeflimizin
Risale-i Nurun mesle¤ine muhalif olarak, birisiyle müba-
hasesi, ayn dakikada ona gayet hiddet ve fliddetle bir gü-
cenmek kalbime geldi. Hatta o Nurdan kazand¤ çok
ehemmiyetli makamndan atmak arzusu oldu, kalben
müteessir oldum. Bu benim için bir Abdurrahman idi,
neden böyle fliddetli hiddet ettim.
Sonra bu bayramda yanma geldi, Cenab- Hakka
flükür ki, çok ehemmiyetli bir ders dinledi ve o büyük
hatasn da anlad ve benim burada hiddetimin ayn
aleyh:
ona karfl, onun üzerine.
cereyan:
akm, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
dâhil:
iç, içerisi.
ehemmiyetli:
önemli.
garazkâr:
haset eden, kin güden,
kötü kast sahibi.
gayet:
son derece.
hakikî:
gerçek.
hariç:
dflar.
helâl:
din bakmndan günah ol-
mayan fley.
hiddet:
öfke, kzgnlk.
hiss-i kablelvuku:
Bir fleyi vuku-
undan önce hissetme, bir hâdise-
nin gerçekleflmesinden önce kal-
be do¤mas.
ibret:
bir durumdan veya olay-
dan ders alma, ders çkarma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli baflka
bir karfllk beklemeksizin, srf Al-
lah rzas için yapma.
kâfî:
yeter, elverir.
kalben:
kalp ile, kalpten; içten ve
samimî olarak.
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
maddî:
madde ile alâkal, cisma-
nî.
makam:
yer, mevki.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menfaat:
fayda.
mesail-i diniye:
dinî meseleler.
meslek:
gidifl, tutulan yol, sistem.
muhalif:
zt, karflt, aykr.
mübahase:
iddial konuflma, bah-
798 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
E
MRDA/
H
AYATI
se giriflme; bahis, iddia.
münakafla:
tartflma.
münazaa:
a¤z kavgas, çekifl-
me.
müteessir:
teessüre kaplan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursînin
eserlerinin ad.
sadaka:
Allah rzas için ihti-
yaç sahibi fakirlere yaplan
yardm.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
fleref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
flükür:
Allahn nimetlerine
karfl memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile
Allah hamd etme.
tarafgir:
bir taraf tutan, ta-
rafl.
tarafgirâne:
taraf tutarcasna,
bir taraf destekleyerek.
vesile:
arac, vasta