Rabian:
Eski zamandan beri çok zatlar, üstadn veya
mürflidini veya muallimini veya reisini kymet-i flahsiyele-
rinden çok ziyade hüsnüzan etmeleri, dersinden ve irfla-
dndan istifadeye vesile olmas noktasnda o pek fazla
hüsnüzanlar bir derece kabul edilmifl, hilâf- vakadr di-
ye tenkit edilmezdi. Fakat flimdi, Risale-i Nur fiakirtleri-
ne lâyk bir üstada muvafk ulvî mertebe ve fazileti, bîça-
re, kusurlu bu flahsmda kabul ettikleri sebebiyle gayret
ve flevkleriyle çalflmalar, bu noktada haddimden ziyade
hüsnüzanlar kabul edilebilir. Fakat, Risale-i Nurun
flahs- manevîsinin mal olarak elimde bulunuyor diye
bilmek gerektir. Fakat, baflta zndklar ve ehl-i dalâlet ve
ehl-i siyaset ve ehl-i gaflet, hatta safîkalp ehl-i diyanet,
flahsa fazla ehemmiyet verdikleri cihetinde hakszlar. O
flahs çürütmekle hakikatlere darbe vurmak ve o Nurlara
benim gibi bir bîçareyi maden zannederek, bütün kuv-
vetleriyle beni çürütüp, o nurlar söndürmeye ve safî-
kalpleri de inandrmaya çalflyorlar. Ezcümle, kinci Me-
selede bir hâdise bu hakikati gösteriyor.
kinci Mesele:
Bayramn ikinci gününde, teneffüs
için krlara çkt¤m zaman, ehemmiyetli bir memur tara-
fndan befl vecihle kanunsuz bir taarruza maruz kaldm.
Cenab- Hak, rahmet ve keremiyle, belime, baflma yük-
lenen Risale-i Nur eczalarn ve ruhuma ve kalbime yükle-
nen flakirtlerinin haysiyet ve izzet ve rahatlarn muhafaza
için, fevkalâde bir tahammül ve sabr ihsan eyledi. Yoksa,
bir plân neticesinde beni hiddete getirip, Risale-i Nurun,
bîçare:
çaresiz, zavall.
cihet:
yön.
ecza:
cüzler, parçalar, ksmlar.
ehemmiyet:
önem, de¤er, ky-
met.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çkanlar, azgn ve sapkn kimse-
ler.
ehl-i diyanet:
dindar kifliler.
ehl-i gaflet:
dünyaya dald¤ndan
dolay ahiretin farknda olmayan.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meflgul olanlar, siyaset adamlar,
politikaclar.
Ezcümle:
bu cümleden olarak.
fazilet:
de¤er, meziyet, iman ve
irfan itibariyle olan yüksek dere-
ce.
fevkalâde:
ola¤anüstü.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
haysiyet:
fleref, onur, itibar.
hiddet:
öfke, kzgnlk.
hilâf- vaka:
gerçe¤e zt.
hüsn-i zan:
iyi fikirde bulunup, iyi
olaca¤n düflünmek.
ihsan:
ba¤fllama, ikram etme, lü-
tuf.
irflat:
mürflidin ya da irfan sahibi
birinin, bir kimseye tarikati ve Al-
lah yolunu göstermesi.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
izzet:
fleref, yücelik; kuvvet, kud-
ret, üstünlük.
kanun:
yasa.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan,
ba¤fl.
kymet-i flahsiye:
flahsî kymet-
ler, de¤erler.
maden:
bir sfât ve özelli¤in kay-
na¤ olan kimse.
maruz:
bir fleyin etkisi ve tesiri
altnda bulunma.
mertebe:
derece.
Mesele:
önemli konu.
muallim:
ders veren, ö¤retmen.
muhafaza:
koruma.
muvafk:
uygun, uyar, münasip.
744 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
E
MRDA/
H
AYATI
mürflit:
irflat eden, do¤ru yo-
lu gösteren, rehber, klavuz.
Rabian:
dördüncü olarak.
rahmet:
Allahn kullarn esir-
gemesi, onlara maddî ve ma-
nevî nimetler vermesi.
reis:
baflkan.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursînin
eserlerinin ad.
ruh:
dirilik kayna¤, hayatn
temeli ve sebebi olan manevî
varlk.
sabr:
dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sâfî:
samimî, hâlis, saf.
flahs- manevî:
manevî flahs,
belli bir kifli olmayp bir ce-
maatte meydana gelen ma-
nevî flahs.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
flevk:
fliddetli arzu, aflr istek
ve heves.
taarruz:
saldrma, sataflma,
iliflme.
tahammül:
zora dayanma,
kötü ve güç durumlara karfl
koyabilme, katlanma.
teneffüs:
soluklanma, rahat-
lama, dinlenme.
tenkit:
elefltirme.
ulvî:
yüksek, yüce.
üstat:
bir ilim ve sanatta üs-
tün olan kimse, ö¤retmen.
vecih:
cihet, yön.
vesile:
arac, vasta.
zat:
kifli, flahs.
zndk:
Allaha ve ahirete
inanmayan, Allah inkâr
eden, imansz, münkir.
ziyade:
fazla, fazlasyla.