olur ve hulleyi sana giydiren mahir sanatkâra karfl› hür-
metsizlik olur.
E¤er müftehirâne desen
:
“Evet ben çok güzelim, be-
nim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz.”
O vakit, ma¤rurâne bir fahirdir.
‹flte, fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki
:
“Evet ben güzellefltim. Fakat, güzellik libas›nd›r ve dola-
y›s›yla libas› bana giydirenindir, benim de¤ildir.”
‹flte bunun gibi, ben de, sesim yetiflse bütün küre-i ar-
za ba¤›rarak derim ki
:
“
Sözler güzeldirler, hakikattirler; fakat benim de¤ildir-
ler; Kur
’
ân-› Kerîm
’
in hakaik›ndan telemmu etmifl flu-
alard›r.
”
1
m
ós
ªn
ëo
ªp
H »/
àn
dÉn
?n
e o
âr
Mn
ón
e r
øp
µ'
dn
h @ »/
àn
dÉn
?n
ªp
H Gk
ós
ªn
ëo
e o
âr
Mn
ón
e Én
en
h
düsturuyla derim ki
:
p
¿'
Gr
ôo
? r
dÉp
H ?/
JÉn
ªp
?n
c o
âr
Mn
ón
e r
øp
µ'
dn
h @ ?/
JÉn
ªp
?n
µp
H n
¿'
Gr
ôo
? r
dG o
âr
Mn
ón
e Én
en
h
Yani, “
Kur’ân’›n hakaik-› i’caz›n› ben güzellefltireme-
dim, güzel gösteremedim; belki Kur’ân’›n güzel hakikat-
leri, benim tabiratlar›m› da güzellefltirdi, ulvîlefltirdi
.”
Madem böyledir; hakaik-› Kur’ân’›n güzelli¤i nam›na,
Sözler nam›ndaki âyinelerinin güzelliklerini ve o âyine-
darl›¤a terettüp eden inayat-› ‹lâhiyeyi izhar etmek, mak-
bul bir tahdis-i nimettir.
âyine:
ayna, mirat.
âyinedar:
ayna tutan.
bahis:
bahseden, araflt›ran, anla-
tan.
düstur:
kanun, kaide, kural, pren-
sip, esas.
fahr:
övünme, böbürlenme, bü-
yüklenme, fleref, onur, k›vanç.
hakaik:
hakikatler, do¤rular, ger-
çekler.
hakikat:
gerçek, hayalî olmayan,
görülen, mevcut olan, bir fleyin
asl› ve esas›.
hulle:
elbise, k›yafet.
hürmet:
sayg›.
izhar:
a盤a vurma, meydana ç›-
karma, aflikâr etme.
küfran:
iyilik bilmeme, görülen
iyili¤i unutma, nankörlük.
küre-i arz:
arz küresi, yer yuvar-
la¤›, dünya, yer küre.
lâkin:
ama, fakat, ancak, flu kadar
var ki.
libas:
elbise, giyilecek fley, giysi.
madem:
çünkü, için, de¤il mi ki,
1.
Ben Hazret-i Muhammed'i sözlerimle methedemedim. Lâkin, sözlerimi ondan bahsederek
övmüfl ve güzellefltirmifl oldum.
306 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
B
ARLA
H
AYATI
...den dolay›, böyle ise, hele.
ma¤rurâne:
gururlu bir flekil-
de, kendini be¤enerek.
mahir:
maharetli, hünerli,
elinden ifl gelir, becerikli.
makbul:
kabul edilmifl olan,
al›nan, reddedilmeyen.
meth:
övme, birinin iyi fleyle-
rini söyleme, sena, sitayifl.
müftehirane:
iftiharla, iftihar
ederek, övünerek, gururlu bir
flekilde.
nam:
ad, isim.
sanatkâr:
usta.
tabirat:
tabirler, ifadeler, te-
rimler, deyimler.
tahdîs-i nimet:
‹lâhî nimeti
flükrederek anlatma, Cenab-›
Hakka karfl› flükrünü eda et-
me ve teflekkür etme maksa-
d›yla nail oldu¤u nimeti an-
ma, onunla sevincini ve flük-
rünü bildirme, verilen nimeti
izhar etme.
telemmu:
par›ldama, ›fl›lda-
ma.
terettüp:
sonuç olarak ç›k-
ma.
ulvî:
yüksek, yüce.