Bu gurbet gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki
vaziyetten bir rica, bir nur arad›m. Birden iman-› billâh
imdada yetiflti. Öyle bir ünsiyet verdi ki, bulundu¤um
muzaaf vahflet bin defa tezauf etse idi, yine o teselli kâfi
gelirdi.
Evet, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Madem Rahîm bir Hâ-
l›k’›m›z var; bizim için gurbet olamaz.
Madem O var; bi-
zim için her fley var
. Madem O var; melâikeleri de var.
Öyle ise bu dünya bofl de¤il; hâli da¤lar, bofl sahralar Ce-
nab-› Hakk›n ibad›yla doludur. Zîfluur ibad›ndan baflka,
Onun nuruyla, Onun hesab›yla tafl› da, a¤ac› da birer
munis arkadafl hükmüne geçer, lisan-› hâl ile bizimle ko-
nuflabilirler ve e¤lendirirler.
Evet, bu kâinat›n mevcudat› adedince ve bu büyük ki-
tab-› âlemin harfleri say›s›nca vücuduna flahadet eden ve
zîruhlar›n medar-› flefkat ve rahmet ve inayet olabilen ci-
hazat› ve mat’umat› ve nimetleri adedince rahmetini
gösteren deliller, flahitler, bize Rahîm, Kerîm, Enis, Ve-
dûd olan Hâl›k’›m›z›n, Sâniimizin, Hamî’mizin dergâh›n›
gösteriyorlar. O dergâhta en makbul bir flefaatçi, acz ve
zaaft›r. Ve acz ve zaaf›n tam zaman› da, ihtiyarl›kt›r. Böy-
le bir dergâha makbul bir flefaatçi olan ihtiyarl›ktan küs-
mek de¤il, sevmek lâz›md›r.
Cenab-› Hak:
Allah; do¤ru, ger-
çek, Hakk›n tâ kendisi olan, fleref
ve azamet sahibi yüce Allah.
cihazat:
cihazlar, kendilerine ihti-
yaç duyulan maddî manevî alet-
ler, lüzumlu aletler, azalar, organ-
lar.
delil:
bir davay›, meseleyi ispata
yarayan fley, bürhan, beyyine.
dergâh:
makam.
Enis:
dost, arkadafl; yar, sevgili,
yoldafl.
gurbet:
gariplik, yabanc›l›k.
Hâl›k:
yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hâli:
tenha, ›ss›z.
Hamî:
himaye edici, himaye
eden, koruyucu, koruyan, sahip
ç›kan, gözeten.
ibad:
abdler, kullar, ibadet eden-
ler.
ihtiyar:
yafllanm›fl kimse, yafll›.
ihtiyare:
yafll›, ihtiyar kad›n.
iman-› billâh:
Allah’a inanma, Al-
lah’›, onun kâinatta tecelli eden
bütün s›fat ve isimleriyle beraber
kabul ederek Ona inanma.
imdat:
yard›m, yard›ma yetiflme,
zor durumda kalana yap›lan yar-
d›m.
kâfî:
yeter, yetecek; elveren, ye-
tiflen.
kâinat:
yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
Kerîm:
yaratt›klar›na karfl›l›k
beklemeden ba¤›flta bulunan,
kullar›na nimetler ihsan eden, gü-
nahlar› örten, günah iflleyen affe-
den, Allah.
kitab-› âlem:
âlem kitab›, bir ki-
tap hüviyetinde olan âlem, kâ-
inat.
lisan-› hâl:
hâl dili, bir fleyin duru-
flu ve görünüflü ile bir mana ifade
etmesi.
madem:
çünkü, için, de¤il mi ki,
...den dolay›, böyle ise, hele.
makbul:
kabul edilmifl olan, al›-
nan, reddedilmeyen.
matumat:
yenecek fleyler.
melâike:
melekler, ferifltehler;
nurdan yarat›lm›fl, f›tratlar› safi,
makamlar› sabit olan, Allah’›n
emirlerine tam itaat eden mah-
lûklar.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her fley, mahlûklar, yarat›lm›fl
fleylerin tamam›, kâinat.
mûnis:
insandan kaçmayan, insa-
na yak›n, cana yak›n, kan› s›cak.
muzaaf:
kat kat, iki kat, iki misli,
katmerli.
nimet:
servet, varl›k.
298 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
B
ARLA
H
AYATI
nur:
ayd›nl›k, par›lt›, parlakl›k,
ziya, ›fl›k, flule.
Rahîm:
merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen,
koruyan, ac›yan Allah.
rahmet:
ac›ma, merhamet
etme, esirgeme, ba¤›fllama,
flefkat gösterme.
rica:
umma, ümit etme.
sahra:
genifl ve susuz arazi,
çöl.
Sâni:
her fleyi sanatl› olarak
yaratan Allah.
flahadet:
flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
flahit:
flahitlik yapan, gördü¤ü
veya bildi¤i fleyi mahkeme
önünde yemin ederek söyle-
yip davan›n sonuçlanmas›na
yard›m eden kimse, flahit, ta-
n›k.
flefaat:
birinden baflkas›n›n
ad›na bir ricada bulunma, ku-
surlar›n›n veya suçunun ba-
¤›fllanmas›n› dileme.
teselli:
avunma.
tezauf:
iki kat olma, iki misli
olma, katlanma.
ünsiyet:
al›flkanl›k, ülfet,
dostluk, ahbapl›k, arkadafll›k.
vahflet:
›ss›zl›k, tenhal›k, yal-
n›zl›k.
vaziyet:
bir kimse veya fleyin
durumu, hâli.
Vedûd:
çok flefkatli olan ve
çok sevgi beslenen, seven ve
sevilen Allah (c.c.).
vücut:
var olma, var olufl, var-
l›k.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canl›,
hayattar.
zîfluur:
fluurlu, fluur sahibi.