müteveccih olmak, hem meflru hakk oldu¤u, hem de hiç
kimseye hiçbir zarar bulunmad¤ hâlde, ben ruhen ve
kalben men ediliyordum. Rza-i lâhîden baflka, ftrî vazi-
fe-i ilmiyenin sevkiyle, yalnz ve yalnz imana hizmet
hususu bana gösterildi. Çünkü, flimdi bu zamanda, hiç-
bir fleye alet ve tâbi olmayan ve her gayenin fevkinde
olan hakaik- imaniyeyi ftrî ubudiyetle bilmeyenlere ve
bilmek ihtiyacnda olanlara tesirli bir surette bildirmek,
bu keflmekefl dünyasnda iman kurtaracak ve muannit-
lere katî kanaat verecek bir tarzda, yani hiçbir fleye alet
olmayacak bir tarzda, bir Kurân dersi vermek lâzmdr
ki, küfr-i mutlak ve mütemerrit ve inatç dalâleti krsn;
herkese katî kanaat verebilsin.
Bu kanaat de, bu zamanda, bu flerait dahilinde, dinin
hiçbir flahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir fle-
ye alet edilmedi¤ini bilmekle husule gelebilir. Yoksa, ko-
mitecilik ve cemiyetçilikten tevellüt eden dehfletli dinsiz-
lik flahsiyet-i maneviyesine karfl çkan bir flahs, en bü-
yük manevî bir mertebede bulunsa, yine vesveseleri bü-
tün bütün izale edemez. Çünkü, imana girmek isteyen
muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki, O flahs, dehasy-
la, harika makamyla bizi kandrd. Böyle der ve içinde
flüphesi kalr.
Allaha binlerce flükürler olsun ki, yirmi sekiz senedir
dini siyasete alet ittiham altnda, Kader-i lâhî ihtiyarm
haricinde dini hiçbir flahsî fleye alet etmemek için beflerin
zalimâne eliyle mahz- adalet olarak beni tokatlyor, ikaz
ediyor. Sakn, diyor, iman hakikatini kendi flahsna
TARHÇE- HAYATI
| 1051
I
SPARTA
H
AYATI
mahz- adalet:
gerçek adalet,
adaletin tâ kendisi, adaletin asl.
makam:
yer, mevki.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
men:
yasak etme, engelleme.
mertebe:
derece, basamak.
meflru:
fleriata uygun, fleriatn
müsaade etti¤i fley.
muannit:
inatç, ayak direyen.
mütemerrit:
temerrüt eden,
inatç, kötü fiilinde inatlaflan.
müteveccih:
bir cihete dönen,
yönelen.
nefs:
kötü vasflar kendisinde
toplayan hayrl ifllerden alkoyan
güç.
Rza-y lâhî:
Allahn rzas, hofl-
nutlu¤u.
ruhen:
ruh bakmndan, ruh yö-
nünden, ruh olarak.
flahsî:
flahsa, kifliye ait, hususî.
flahsiyet-i maneviye:
manevî
flahsiyet, manevî kiflilik.
flerait:
flartlar.
sevk:
yöneltme.
flükür:
Allahn nimetlerine karfl
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah hamd
etme.
suret:
biçim, flekil, tarz.
tâbi:
boyun e¤en, uyan, itaat
eden.
tarz:
biçim, flekil.
tevellüt:
do¤ma, do¤um.
ubudiyet:
kulluk.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
vazife-i ilmiye:
ilimle u¤raflma
görevi.
vesvese:
flüphe, kuruntu, kalbe
gelen aslsz kötü ve sinsi düflün-
ce.
zâlîmâne:
zalimce, zulmedercesi-
ne.
befler:
insan, insanlk.
cemiyet:
topluluk, birlik.
dahil:
iç, içerisi.
dalâlet:
iman ve slamiyetten
ayrlmak, azmak.
deha:
ola¤anüstü zeka sahibi
olma.
dehfletli:
ürkütücü, korkunç.
dünyevî:
dünyaya ait.
ene:
ben, benlik.
fevkinde:
üstünde.
ftrî:
tabiî, yaratlfltaki, do-
¤ufltan olan.
hakaik- imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hariç:
dflar.
hârika:
ola¤anüstü.
husûl:
olma, meydana gelme.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi is-
tek ve arzularna göre hare-
ket etme.
iman:
inanç, itikat.
ittiham:
suç altnda bulun-
ma, töhmetli olma.
izale:
giderme, ortadan kal-
drma.
Kader-i lâhî:
lâhî kader, Al-
lahn kader kanunu.
kalben:
kalp ile, kalpten.
kanaat:
inanma, görüfl, fikir.
katî:
kesin, flüpheye ve te-
reddüde mahal brakmayan.
keflmekefl:
karflk olma du-
rumu, karflklk.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmfl topluluk, cemiyet.
küfr-i mutlak:
mutlak küfür,
hiç bir imanî hükmü, delili ka-
bul etmeme, kesin ve tam bir
inkar.
maddî:
madde ile alakal, cis-
manî.