Bana isnat ettikleri suçun asl esas olmad¤n nihayet
kendileri de anladlar. Onlar, bu ittiham kasten mi yap-
tlar; yoksa bir vehme mi kapldlar? ster kast olsun is-
ter vehim olsun, benim böyle bir suçla münasebet ve alâ-
kam olmad¤n kemal-i katiyetle yakinen ve vicdanen
biliyorum! Dini siyasete alet edecek bir adam olmad¤-
m bütün insaf dünyas da biliyor! Hatta beni buu suçla
ittiham edenlerde biliyorlar. O hâlde neden bana bu zul-
mü yapmakta srar edip durdular? Neden ben suçsuz ve
masum oldu¤um hâlde böyle devaml bir zulme muannit
bir iflkenceye maruz kaldm? Neden bu musibetlerden
kurtulamadm? Bu ahval, adalet-i lâhiyeye muhalif düfl-
mez mi?
Bir çeyrek asrdr bu suallerin cevaplarn bulamyor-
dum; üzülüyordum, muztarip oluyordum. Bana zulüm ve
iflkence yaptklarnn hakikî sebebini flimdi bildim. Ben
kemal-i teessürle söylerim ki, benim suçum, hizmet-i
Kurâniyemi maddî manevî terakkiyatma, kemalâtma
alet yapmakmfl. fiimdi bunu anlyorum, hissediyorum.
Allaha binlerle flükrediyorum ki; uzun seneler ihtiyarm
haricinde olarak, hizmet-i imaniyemi maddî ve manevî
kemalât ve terakkiyatma, azaptan, Cehennemden kur-
tulmakl¤ma, hatta saadet-i ebediyeme vesile yapmakl-
¤ma, yahut herhangi bir maksada alet yapmakl¤ma
manevî gayet kuvvetli mânialar beni men ediyordu.
Bu derunî hisler ve ilhamlar, beni hayretler içinde b-
rakyordu. Herkesin hoflland¤ manevî makamat ve uh-
revî saadetleri amal-i saliha ile kazanmak ve bu yola
adalet-i lahiye:
Allahn adaleti.
ahval:
haller, durumlar.
alâka:
ilgi, iliflki, yaknlk.
amal-i saliha:
salih ameller, Al-
lahn rzasna uygun yaplmfl iyi
ve hayrl ifller.
asr:
yüzyl.
azap:
eziyet, iflkence; büyük s-
knt, fliddetli ac.
derunî:
içten, gönülden, kalpten,
iç tarafa ait, içle ilgili.
gayet:
son derece.
hakikî:
gerçek.
hariç:
dflar.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kuran hakikatlerinin ikna edici
ve ilmî delillerle anlafllmasna
hizmet etme.
hizmet-i Kurâniye:
Kuran hiz-
meti.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularna göre hareket etme.
ilham:
içe, gönüle do¤ma, kalbe
gelme, gönle do¤an fley.
iflkence:
bir kimseye verilen
maddî-manevî sknt, eziyet.
isnâd:
dayandrma, mal etme, bir
fleyi bir kimseye ait gösterme.
ittiham:
suç altnda bulunma,
töhmetli olma.
kasten:
bile bile, isteyerek, kast-
l olarak.
kemalât:
kemaller, olgunluklar,
mükemmellikler.
kemal-i katiyet:
kesinli¤in tam
oluflu, tam bir kesinlik.
kemal-i teessür:
tam bir üzüntü.
1050 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
I
SPARTA
H
AYATI
maddî:
madde ile alâkal.
makamat:
makamlar.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mânia:
meneden fley, engel,
özür, zorluk.
maruz:
bir fleyin etkisi ve te-
siri altnda bulunma.
masum:
suçsuz, günahsz,
saf, temiz.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
muannit:
inatç, ayak dire-
yen.
muhalif:
zt, aykr.
münasebet:
ilgi, iliflki, ba¤.
musibet:
felaket, bela.
muzdarip:
iztrab, sknts
olan, zdrap çeken, çrpnp
duran, skntl.
nihayet:
en sonunda.
saadet:
mutluluk.
saadet-i ebediye:
sonu ol-
mayan, sonsuz mutluluk.
sual:
soru.
flükür:
Allahn nimetlerine
karfl memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile
Allah hamd etme.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelifl-
meler, yükselifller.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
vehim:
zan, flüphe, yanlfl ve
esassz düflünce.
vesile:
arac, vasta.
vicdanen:
vicdanca, vicdan
bakmndan, içten, yürekten.
yakînen:
yakîn olarak, flüp-
heye düflmeden bilme.
zulüm:
hakszlk, eziyet, ifl-
kence.