tâ nâsn enzarnda saltanatnn haflmetini, hem serveti-
nin flaflaasn, hem kendi sanatnn harikalarn, hem
kendi marifetinin garibelerini izhar edip, göstersin. Tâ,
cemal ve kemal-i manevîsini iki vecihle müflahede etsin:
Bir veçhi, bizzat nazar- dekaikaflinasyla görsün; di¤eri,
gayrin nazaryla baksn.
Bu hikmete binaen cesim ve genifl ve muhteflem bir
kasr yapmaya bafllad. fiahane bir surette dairelere,
menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü muras-
saatyla süslendirip, kendi dest-i sanatnn en lâtif, en gü-
zel eserleriyle ziynetlendirip, fünun-u hikmetinin en ince-
likleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-
mucizekârâneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra,
her bir taam ve nimetlerinin bütün çeflitlerinden en leziz-
lerini cami sofralar, o sarayda kurdu. Her bir taifeye lâ-
yk bir sofra tayin etti. Öyle sahavetkârâne ve sanatper-
verâne bir ziyafet-i amme ihzar etti ki, güya her bir sof-
ra, yüz sanayi-i lâtifenin eserleriyle vücut bulmufl gibi,
kymetli hadsiz nimetleri serdi.
Sonra, aktâr- memleketindeki ahali ve raiyetini, sey-
re ve tenezzühe ve ziyafete davet etti.
Sonra, bir yaver-i ekremine sarayn hikmetlerini ve
müfltemilâtnn manalarn bildirerek, onu üstat ve tarif
edici tayin etti. Tâ ki, sarayn sâniini, sarayn müfltemilâ-
tyla ahaliye tarif etsin ve sarayn nakfllarnn rumuzlar-
n bildirip, içindeki sanatlarnn iflaretlerini ö¤retip, deru-
nundaki manzum murassalar ve mevzun nukufl nedir ve
ahali:
halk.
aktâr- memleket:
memleketin
her taraf.
âsâr- mucizekârâne:
kimsenin
yapamayaca¤ mükemmellikte
mucize eserler.
binaen:
dayanarak.
bizzat:
kendisi.
cami:
kapsayc.
cemal:
güzellik.
cesim:
cüsseli, büyük.
derun:
iç yap, iç yüz.
dest-i sanat:
sanat eli.
enzar:
bakfllar, dikkatler.
fünun-u hikmet:
varlklardaki
hikmetli ve ince srlar ortaya ç-
karan fenler, ilimler.
garibe:
benzersiz, garip fley.
gayr:
baflkas, kendi dflnda.
güya:
sanki.
hadsiz:
snrsz.
harika:
hayranlk hissi uyandran.
haflmet:
ihtiflam, heybet, gör-
kem.
hazine:
define.
hikmet:
her fleyin belirli gayelere
yönelik olarak, manal, faydal ve
tam yerli yerinde olmas.
ihzar:
hazrlama.
izhar:
ortaya çkarma.
kasr:
saray.
kemal-i manevî:
manevî mü-
kemmellik.
lâtif:
güzel, hofl.
leziz:
lezzetli.
mana:
anlam.
manzum:
düzenli.
marifet:
genifl bilgi ve beceri.
menzil:
konak.
mevzun:
ölçülü.
muhteflem:
görkemli, flanl.
murassa:
süs.
murassaat:
de¤erli tafllarla süslü
ifllemeler.
müflahede:
gözlem.
müfltemilât:
içindekiler.
nakfl:
süs inceli¤i
nâs:
insanlar.
nazar- dekaikaflina:
incelikleri
gören bakfl.
nimet:
ihsan, iyilik.
nukufl:
nakfllar.
raiyet:
halk, vatandafllar.
rumuz:
iflaretler, semboller.
sahavetkârâne:
cömertçe.
saltanat:
padiflahlk.
sanatperverâne:
sanata düflkün
bir flekilde.
sanayi-i lâtife:
güzel ince sanat-
lar.
Sâni:
her fleyi sanatl olarak yara-
tan Allah.
servet:
zenginlik, varlk.
seyir:
bakma, seyretme.
suret:
biçim, flekil.
flahane:
son derece güzel, fevka-
lâde.
flaflaa:
gösterifl.
taam:
yemek, afl, yiyecek.
taife:
topluluk.
taksim:
paylaflma, bölme.
tanzim:
düzenleme, sraya
koyma.
tarif:
tantc, tantma.
tayin:
görevlendirme, atama,
belirleme.
tekmil:
tamamlama, mü-
kemmellefltirme.
tenezzüh:
gezinti.
ulûm:
ilimler.
üstat:
ö¤retmen.
vecih:
yön.
veçhi:
yönü.
vücut bulmak:
var olmak.
Yaver-i Ekrem:
Hz. Peygam-
ber.
ziyafet:
yemek flöleni.
ziyafet-i amme:
herkesin ka-
tld¤ ziyafet.
ziynet:
süs.
198 | SÖZLER
O
N
B
RNC
S
ÖZ