ve kâinat›n mevcudat›yla en ziyade alâkadar olan insan-
daki fledit, sars›lmaz, daimî olan aflk-› beka ve flevk-i
ebediyet ve âmâl-i sermediyet, bilbedahe iflareti ve de-
lâletiyle, bu âlem-i fânîden sonra bir âlem-i bâkî ve bir
dâr-› ahiret ve bir dâr-› saadet bulundu¤unu o derece
kat’î bir surette ispat ederler ki, dünyan›n vücudu kadar,
bilbedahe ahiretin vücudunu kabul etmeyi istilzam eder-
ler.
(HAfi‹YE)
Madem Kur’ân-› Hakîm’in bize verdi¤i en mühim bir
ders, iman-› bilahirettir ve o iman da bu derece kuvvetli-
dir ve o imanda öyle bir rica ve bir teselli var ki, yüz bin
ihtiyarl›k, bir tek flahsa gelse, bu imandan gelen teselli
mukabil gelebilir. Biz ihtiyarlar
1
p
¿Én
Á/
’r
G p
?Én
ªn
c '
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
deyip, ihtiyarl›¤›m›za sevinmeliyiz.
* * *
adem:
yokluk.
âlem-i bâkî:
sonsuz olan ahiret
âlemi.
âlem-i fânî:
fânî dünya, gelip ge-
çici âlem.
âmâl-i sermediyet:
devaml›l›¤a,
süreklili¤e yönelik emeller.
âsâr:
izler.
aflk-› beka:
sonsuzluk aflk›, son-
suz yaflamaya karfl› duyulan afl›r›
arzu.
bilbedahe:
apaç›k bir flekilde.
dâr-› ahiret:
Ahiret yurdu.
dâr-› saadet:
mutluluk yeri, Cen-
net.
delâlet:
delil olma, gösterme, de-
lillerle gösterme.
ebedî:
sonsuz.
gayet:
çok, fazla, son derece.
hadsiz:
s›n›rs›z.
Hâl›k-› Kâinat:
kâinat›n yarat›c›s›
olan Allah.
hamd:
methetme, övme.
harika:
her zaman rastlanmayan,
ola¤anüstü
ihbar:
haber verme.
ihtiyarl›k:
yafll›l›k.
iman:
inanç.
iman-› ahiret:
ahirete iman.
iman-› bilahiret:
ahirete iman.
inkâr:
kabul etmeme.
ispat:
do¤ruyu ortaya koyma, ka-
n›tlama.
istilzam:
gerektirme.
kâfi:
yeterli.
kâinat:
yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›.
kat’î:
kesin.
kemal:
olgunluk.
Kuran-› Hakîm:
her fleyi hikmetli
olan Kuran.
küre-i arz:
dünya.
madem:
öyle ise, de¤il mi ki.
masnu:
sanatla yap›lm›fl varl›k.
mevcudat:
var olan her fley, ya-
rat›lm›fl fleylerin tamam›
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mukabil:
karfl›l›k.
mükemmel:
tamamlanm›fl, nok-
sans›z, eksiksiz.
münevvere:
nurlu.
müflkül:
zor.
nazire:
örnek, misil.
nefiy:
inkâr etme.
rica:
ümit.
saltanat:
hükümdarl›k.
fledit:
fliddetli.
flevk-i ebediyet:
sonsuzluk
iste¤i.
sübut:
sabit olma, kesinlefl-
me.
sübutî:
gerçek, do¤ru.
suret:
biçim.
temafla:
bakma, bak›p sey-
retme.
temsil:
benzetme.
teselli:
avutma, ümit.
umumî:
genel.
vücut:
varl›k, var olma.
ziyade:
çok, fazla.
1. Kâmil imandan dolay› Allah’a hamd olsun.
196 | SÖZLER
O
NUNCU
S
ÖZ
HAfi‹YE:
Evet, sübutî bir emri ihbar etmenin kolayl›¤› ve inkâr ve nef-
yetmenin gayet müflkül oldu¤u bu temsilden görünür. fiöyle ki:
Biri dese, “Meyveleri süt konserveleri olan gayet harika bir bahçe kü-
re-i arz üzerinde vard›r”; di¤eri dese, “Yoktur.” ‹spat eden, yaln›z onun
yerini veyahut baz› meyvelerini göstermekle kolayca davas›n› ispat eder.
‹nkâr eden adam, nefyini ispat etmek için küre-i arz› bütün görmek ve
göstermekle davas›n› ispat edebilir.
Aynen öyle de, Cenneti ihbar edenler, yüz binler tereflfluhat›n›, meyve-
lerini, âsâr›n› gösterdiklerinden kat-› nazar, iki flahid-i sad›k›n sübutuna fla-
hadetleri kâfi gelirken; onu inkâr eden, hadsiz bir kâinat› ve hadsiz ebedî
zaman› temafla etmek ve görmek ve eledikten sonra inkâr›n› ispat edebi-
lir, ademini gösterebilir. ‹flte, ey ihtiyar kardefller, iman-› ahiretin ne kadar
kuvvetli oldu¤unu anlay›n›z.
Said Nursî