fiimdi, ey sersem münkir! Haydi, bunu ne ile izah
edersin? Senin gibi sersem, âciz, cahil tabiatla m›? Veya-
hut hadsiz derece hata ederek, o
Sâni-i Mukaddes
’e ta-
biat ismini verip, Onun mu’cizat-› kudretini o tesmiye
bahanesiyle tabiata isnat edip bin derece muhali birden
irtikâp etmek mi istersin?
Alt›nc› Pencere
p
?r
?o
Ø r
dGn
h p
QÉn
¡ s
ædGn
h p
? r
« s
dG p
±n
Óp
àr
NGn
h ¢p
Vr
Qn
’r
G n
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG p
? r
?n
N ? /
a s
¿p
G
r
øp
e p
ABÉ n
ª s
°ùdG n
øp
e *G n
?n
õr
fn
G BÉ n
e n
h n
¢SÉ s
ædG o
™n
Ør
æn
j Én
ªp
H p
ôr
ën
Ñ r
dG ?p
a …/
ôr
én
J »/
à s
dG
p
?j /
ör
ün
Jn
h m
á s
H B G n
O u
?o
c r
øp
e Én
¡«/
a s
ån
Hn
h Én
¡p
Jr
ƒn
e n
ór
©n
H n
¢Vr
Qn
’r
G p
¬p
H Én
«r
Mn
Én
a m
ABÉ n
e
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
ABÉ n
ªs
°ùdG n
ør
«n
H p
ôs
în
°ù o
Ÿr
G p
ÜÉn
ës
°ùdGn
h p
ìÉn
j u
ôdG
1
@ n
¿ƒo
?p
?r
©n
j m
?r
ƒn
?p
d m
äÉn
j'
’n
fiu ayet, vücup ve vahdeti gösterdi¤i gibi, bir ‹sm-i
Azam› gösteren gayet büyük bir penceredir. ‹flte flu aye-
tin hulâsatülhulâsas› fludur ki:
Kâinat›n ulvî ve süflî tabakat›ndaki bütün âlemler ayr›
ayr› lisanla bir tek neticeyi, yani bir tek Sâni-i Hakîm’in
rububiyetini gösteriyorlar.
fiöyle ki:
Nas›l, göklerde, hatta kozmo¤rafyan›n itiraf›yla dahi,
gayet büyük neticeler için gayet muntazam hareketler bir
Kadîr-i Zülcelâl’in vücut ve vahdetini ve kemal-i rububiye-
tini gösterir; öyle de, zeminde, bilmüflahede, hatta co¤-
rafyan›n flahadetiyle ve ikrar›yla, gayet büyük maslahatlar
âciz:
güçsüz.
âlem:
bütün yarat›lm›fllar.
ayet:
Kur’ân’›n her bir cümlesi.
bahane:
özür.
bilmüflahede:
gördü¤ümüz gibi.
cahil:
bilgisiz.
delil:
iz, iflaret, belirti.
derece:
basamak, seviye, ölçü.
emir:
ifl buyurma, buyruk.
gayet:
çok, son derece.
hadsiz:
s›n›rs›z, sonsuz.
hulâsatülhulâsa:
özünün özü.
ikrar:
tasdik ve kabul etme, do¤-
rulama.
irtikâp:
ifllemek, kötü bir ifl yap-
mak.
‹sm-i Azam:
en büyük isim. Ce-
nab-› Hakk›n bin bir isminden en
büyük ve manaca di¤er isimleri
kuflatm›fl olan›.
isnat:
dayand›rma.
iflaret:
gösterme.
itiraf:
kendisi için iyi say›lmaya-
cak bir hâli gizlemeyip söyleme.
izah:
aç›klama.
Kadîr-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük, haflmet ve kudret sahibi, Al-
lah.
kâinat:
bütün âlemler, varl›klar.
kemal-i rububiyet:
rububiyetin
mükemmelli¤i; Allah’›n bütün
varl›klara muhtaç olduklar› fleyle-
ri vermesi, onlar›, yetifltirmesi,
uyum içinde idare ve sevk etme-
sinin mükemmelli¤i.
kozmo¤rafya:
gök bilimi, astro-
nomi.
kudret:
güç, kuvvet
lisan:
dil.
maslahat:
fayda, yarar.
mu’cizat-› kudret:
kudretin in-
sanlar› âciz b›rakan eserleri.
muhal:
imkâns›z.
muntazam:
düzenli.
münkir:
inkâr eden.
netice:
sonuç.
rahmet:
ac›ma, merhamet etme,
esirgeme.
rububiyet:
rabl›k, Allah’›n her za-
man, her yerde, her yaratt›¤›na
muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi,
terbiye ve tedbiri, besleyicilik ve
malikiyet durumu.
Sâni-i Hakîm:
her fleyi sanatla ve
hikmetle yaratan Allah.
Sâni-i Mukaddes:
her türlü kusur
ve noksandan yüce olan ve her
fleyi sanatla yapan Allah.
sersem:
ak›ls›z.
sevk:
yollamak, göndermek.
süflî:
afla¤›da olan; afla¤›l›k,
adî.
flahadet:
flahitlik, tan›kl›k.
tabiat:
do¤a, canl›-cans›z var-
l›klar.
tesmiye:
isimlendirme.
ulvî:
yüksek, yüce.
vahdet:
birlik.
vücup:
varl›¤› zorunlu olma.
vücut:
varl›k.
zemin:
yer.
1.
Göklerin ve yerin yarat›lmas›nda, gecenin ve gündüzün de¤iflmesinde, insanlara faydal›
fleylerle denizde ak›p giden gemilerde, Allah’›n gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümün-
den sonra diriltmesinde, her türlü canl›y› yeryüzüne yaymas›nda, rüzgârlar› sevk etmesinde
ve gökle yer aras›nda Allah’›n emrine boyun e¤mifl bulutlarda, akl›n› kullanan bir topluluk için
Allah’›n varl›k ve birli¤ine, kudret ve rahmetine iflaret eden nice deliller vard›r. (Bakara Sure-
si: 164.)
1070 | SÖZLER
O
TUZ
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ