1
Én
gƒo
°ür
ëo
J n
’ $G n
ân
ªr
©p
f Gh t
óo
©n
J r
¿p
Gn
h o
?ƒo
ªo
à r
dn
É°n
S Én
e u
?o
c r
øp
e r
ºo
µ«'
J'
Gn
h
fiu kâinattaki mevcudat›n birbirine teavünü, tecavübü,
tesanüdü gösterir ki, umum mahlûkat bir tek
Müreb-
bî’
nin terbiyesindedirler, bir tek
Müdebbir
’in idaresinde-
dirler, bir tek
Mutasarr›f’
›n taht-› tasarrufundad›rlar, bir
tek
Seyyid
’in hizmetkârlar›d›rlar.
Çünkü, zemindeki zîhayatlara levaz›mat-› hayatiyeyi
emr-i Rabbanî ile pifliren güneflten ve takvimcilik eden
kamerden tut, tâ ziya, hava, mâ, g›dan›n zîhayatlar›n im-
dad›na koflmalar›na ve nebatat›n dahi hayvanat›n imda-
d›na koflmalar›na ve hayvanat dahi insanlar›n imdad›na
koflmalar›na, hatta aza-i bedenin birbirinin muavenetine
koflmalar›na ve hatta g›da zerrat›n›n hüceyrat-› bedeni-
yenin imdad›na koflmalar›na kadar cari olan bir düstur-u
teavün ile, camit ve fluursuz olan o mevcudat-› müteavi-
ne, bir kanun-u kerem, bir namus-u flefkat, bir düstur-u
rahmet alt›nda gayet hakîmâne, kerîmâne birbirine yar-
d›m etmek, birbirinin seda-i hacetine cevap vermek, bir-
birini takviye etmek; elbette, bilbedahe, bir tek, yekta
Vahid-i Ehad, Ferd-i Samed, Kadîr-i Mutlak, Alîm-i
Mutlak, Rahîm-i Mutlak, Kerîm-i Mutlak bir Zat-› Vaci-
bü’l-Vücud
’un hizmetkârlar› ve memurlar› ve masnular›
olduklar›n› gösterir.
‹flte, ey bîçare müflis felsefî! Bu muazzam pencereye
ne diyorsun? Senin tesadüfün buna kar›flabilir mi?
SÖZLER | 1077
O
TUZ
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ
hüceyrat-› bedeniye:
vücuttaki
hücreler.
imdat:
yard›m.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kay›t ve
flarta tâbi olmaks›z›n her fleye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi,
Allah.
kâinat:
bütün âlemler, varl›klar.
kamer:
ay.
kanun-u kerem:
varl›klara ihti-
yaçlar›n› verme, yard›m etme ka-
nunu.
kerîmâne:
lütufkâr ve cömert bir
flekilde.
Kerîm-i Mutlak:
s›n›rs›z ikram sa-
hibi olan Allah.
levaz›mat-› hayatiye:
hayat için
lüzumlu olan ihtiyaç maddeleri.
mâ:
su.
mahlûkat:
varl›k, yarat›klar.
masnu:
sanatla yap›lm›fl eser.
mevcudat:
varl›klar.
mevcudat-› müteavine:
birbiriy-
le yard›mlaflan varl›klar.
muavenet:
yard›m.
muazzam:
çok büyük.
Mutasarr›f:
mülkünde diledi¤i gi-
bi tasarruf eden Allah.
Müdebbir:
idare eden, ilmiyle her
fleyin sonunu görüp, ona göre
hikmetle ifl yapan Allah.
müflis:
iflâs etmifl.
Mürebbî:
her fleyi terbiye eden,
e¤iten, yetifltiren Allah.
namus-u flefkat:
flefkat kanunu.
nebatat:
bitkiler.
nimet:
iyilik, ihsan, r›z›k.
Rahîm-i Mutlak:
rahmeti her fle-
yi kuflatan, s›n›rs›z ve flefkat sahi-
bi Allah.
r›z›k:
yiyecek, içecek fley.
seda-i hacet:
ihtiyaç sesi.
Seyyid:
bütün kâinat›n efendisi
olan Allah.
fluursuz:
bilinçsiz, ak›ls›z.
taht-› tasarruf:
idaresi alt›nda.
takviye:
kuvvetlendirme, des-
tekleme.
teavün:
yard›mlaflma.
tecavüp:
karfl›l›kl› cevap verme.
terbiye:
besleme, yetifltirme, bü-
yütme.
tesadüf:
rast gelme, rastlant›.
tesanüt:
dayan›flma.
umum:
bütün.
Vahid-i Ehad:
bir olan ve birli¤i
her bir fleyde tecelli eden Allah.
yekta:
tek, eflsiz.
Zat-› Vacibü’l-Vücud:
varl›¤› za-
rurî ve zatî olan, varl›¤› zarurî ve
zatî olan, varl›¤› baflkas›n›n varl›-
¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Zat, Allah.
zemin:
yer.
zerrat:
zerreler, en küçük parça-
lar, atomlar.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziya:
›fl›k.
Alîm-i Mutlak:
sonsuz ve s›-
n›rs›z ilim sahibi olan Allah.
aza-i beden:
vücut organlar›.
bîçare:
çaresiz.
bilbedahe:
apaç›k bir flekilde.
camit:
cans›z.
cari:
geçerli.
düstur-u rahmet:
rahmet
prensibi.
düstur-u teavün:
yard›mlafl-
ma kanunu.
emr-i Rabbanî:
Allah’›n emri.
felsefî:
felsefe ile ilgili, felse-
feye mensup.
Fert-i Samed:
bir ve tek olan
ve kendisi hiç bir fleye muh-
taç olmayan, ama her fley
ona muhtaç olan Allah.
gayet:
son derece.
g›da:
canl›lar› besleyen fley-
ler.
hakîmâne:
belirli gayeleri gö-
zeterek, yerli yerinde ve fay-
dal› bir flekilde.
hâl:
durum.
hayvanat:
hayvanlar.
hizmetkâr:
hizmetçi.
1.
O Allah ki, gökten bir su indirdi ki, onunla sizin için r›z›k olarak meyveler yetifltirdi. • Birbi-
ri ard›nca dönüp duran günefli ve ay› da sizin hizmetinize verdi. • O, sözünüz ve hâlinizle is-
tedi¤iniz her fleyden size verdi. Allah’›n nimetlerini saymaya kalksan›z, saymakla bitiremez-
siniz. (‹brahim Suresi: 32-34.)