Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 364

Nur şehri olan Tur’da o dem Hazret-i Mûsa
Esrar-ı kelam hep çözülüp buldu tecella.
Bir parça Zebur’dan okusa Hazret-i Davud,
Başlardı hemen sanki büyük mahşer-i mev’ud.
Bilmem ki neden, yel ve sular hep onu dinler,
Bilmem ki neden, hep işiten ah diye inler.
Mahluku bütün kendine ram etti Süleyman,
Nerdendi bu kuvvet, ona kimdendi bu ferman?
Yellerle uçan şanlı büyük taht-ı mukaddes
Esrar-ı ezelden o da duymuş yine bir ses.
Ol hangi acip sır ki, çıkar göklere İsa,
Kimdir çekilen çarmıha, kimdir yine Yuda.
Nur derdi için tahtını terk eyledi Edhem,
Bir başkasının tahtı olur derdine merhem.
Çok şahs-ı velî, nur ile hem etti kanaat,
Çok şahs-ı denî, nur ile hem buldu keramet.
Her hepsi de pervanesi, üftadesi Nurun,
Her hepsi muamma, gücü yetmez bu şuurun.
Şakk etti kamer, Fahr-i Beşer, ol Yüce Server,
Her yerde ve her anda onun nuru muzaffer.
Kur’ân’dı kavli, nurdu yolu, ümmeti mutlu,
Ümmet olanın kalbi bütün nur ile doldu.
Çekmezdi keder, ol sözü cevher, özü kevser,
Ol Sure-i Kevser, dedi a’dasına “ebter!”
acip:
tuhaf, hayrette bırakan
cevher:
esas, maya, öz
çarmıh:
dört çivi, suçlunun öldü-
rülmek amacıyla çivilendiği haç bi-
çimindeki darağacı
dem:
an, vakit, zaman
ebter:
sonunda oğlu ve kızı kal-
mayan insan
esrar-ı ezel:
ezel sırları
esrar-ı kelam:
sözün sırları
Fahr-i Beşer:
insanlığın övüncü,
insanlığın iftihar vesilesi.
ferman:
emir, buyruk
fırka:
topluluk, grup, cemaat
harp:
savaş
kâl:
söz, konuşma
kamer:
ay
kanaat:
elindeki ile yetinmek
kavm-i Kureyş:
Kureyş kavmi, ka-
bilesi
keder:
kaygı, acı, hüzün
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler
kevser:
Cennette bulunan bir
akarsu
mahbub-ı müebbet:
ebede kadar
sevilecek olan, sonsuza kadar se-
vilecek olan.
mahbup:
sevgili, sevilen, muhab-
bet edilen
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan
mahşer-i mev’ûd:
vaad edilmiş,
söz verilmiş mahşer
merhem:
ilaç; acıyı, kederi teskin
eden şey
mezalim:
zulümler, haksızlıklar,
eziyet ve işkenceler.
muamma:
Anlaşılmaz, çözül-
mesi güç iş.
mut’a:
intifa, faydalanma.
muvahhit:
tevhit eden, Ce-
nab-ı Hakkın varlığına ve birli-
ğine inanan, Allah’ı birleyen.
muzaffer:
yenmiş, galip gel-
miş
müşrik:
Allah’a şirk koşan, or-
tak tutan
nur:
aydınlık, parıltı, ışık
râm:
teslim olmuş, itaat eden,
boyun eğmiş, emrine girmiş
semt-i bahr:
deniz tarafı.
server:
baş, başkan, reis
set:
mani, perde, engel
sır:
gizli hakikat
Sure-i Kevser:
Kevser Suresi;
Kur’ân-ı Kerîm’in 108. Suresi.
Mekke’de nazil olmuştur. 8
ayettir.
şah:
padişah, sultan, hüküm-
dar
şahs-ı denî:
kötü kimse, alçak
kişi.
şahs-ı velî:
velî kimse, büyük
şahıs, büyük kimse.
şak:
yarma, yarılma
şan:
şöhret, ün; yüksek ma-
kam
şuur:
bilinç
taht:
makam
taht-ı mukaddes:
mukaddes
taht, kutsal makam.
tecellâ:
ortaya çıkma, görün-
me, Allah'ın güzel isimlerinin
kainatta görülmesi.
urban:
çöl Arapları.
üftade:
âşık.
ümmet:
Müslümanların tama-
mı; bütün Müslümanlar.
Yuda:
Hz. İsa’yı (as) ihbar edip
ihanet eden havari.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 364 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
1...,354,355,356,357,358,359,360,361,362,363 365,366,367,368,369,370,371,372,373,374,...560
Powered by FlippingBook